Salı, Eylül 29, 2009

Om

Smolik (Andrzej Smolik) adlı amcayla eski erkek arkadaşım sayesinde ve bu parçayla tanışmıştım. Bi hayli çekici gelmişti müziği. Sonra albümlerinden edinmeye başladım, bugün Smolik benim için önemli ve ciddi bi müzikal marka. Dayının el attığı her hangi bir yapıta gözüm kapalı teslimim.

Emmimizin bir çok şarkısında sesiyle harikalar yaratan isimse Mika (Mika Urbaniak).

Bu Polaklar "Almanlar ebemizi sikti, Ruslar dalağımızı deşti" derken ne gibi kazançlar elde ettiklerini gözden kaçırıyolar sanırım. Smolik, Mika, Maria Peszek, Danuta Szaflarska, Dorota Kedzierzawska, Krzysztof Kieslowski, Edyta Górniak benim eserleriyle tanışma fırsatı bulduklarım sadece. Hepsinin de sanat anlayışına hayranım! Polakların kendi içlerindeki sanat anlayışına da hayranım. Otu çöpü kullanarak post-modern harikalar yaratabilmek adamların kanında var sanırım. Daha benim tanımadığım niceleri... Değerini bilin len! :P

Uzatmayalım, Leh diyarında dinlediğim ilk yerli yapıt, Om. YouTube kutusu da aşağıda, sözleri de, Rapidshare linki de. Alacağınız tatları çok merak ediyorum =)




More than that,
I loved this bell,
You're the rhythm.

Take control,
What you are,
It's your freedom.

You sucked our core,
I don't love you no more,
I thought that things were different,
You fucking cared, but now I see the bus,
The way it should had been back then was different
You've been so high almighty, don't be so efficient

Again?
You sucked our core,
I don't love you no more,
I thought that things were different,
You fucking cared, but now I see the bus,
The way it should had been back then was different
You've been so high almighty, don't be so efficient

Thinking?
You so fly and intelligent when you had a speeding princess
Are in your gent
But time is mighty well spent now that, now that, now that,
Now that, he had learnt?

Om, mp3


PS: Efenim katkılarından dolayı sevgili taklidim çakma Tuala'ya teşekkürü borç bilir, gözlerinden öperken videoyu damardan boca etmesini dilerim :)

Pazartesi, Eylül 28, 2009

canım seninle olmak istiyor

hayatımın en kısa, en mesafeli, en güzel, en yaralayıcı mutluluğu da bitti. cayır cayır yanıyo içim.

elimizi kolumuzu bağlayan herkese/her şeye lanet ediyorum.

bu bitişin geldiğinin iyiden iyiye ayırdındaydım ama kimsenin içi elvermiyodu konuyu açmaya, kimse kıyamıyodu.

bugüne dek hep yaptığım yola başvurdum yine; eşeledim, tırtıkladım, açığa çıkmasını sağladım. bitti. bitmesini hiç istemiyoken bitti. yazık oldu, kalbime de, kalbine de, bize de. ona kızamam da, onun suçu yok ki. ben de kötü bi şey yapmadım. ama acısını ikimiz çekiyoruz ve sonuç olarak tekrar bitti. daha kesin ve keskin bi bitişti bu seferki. yazık oldu ama. yok yere tükendik.

özür dilerim, ama hala çok seviyorum seni. bana ezber bozdurandın. bugüne dek, senden önce neyin nutkunu çektiysem geri çevirip yüzüme tokat gibi inmesini sağladın ve ben bunları severek karşıladım.

yaşadığımız hiçbi şeyden pişman değilim. acısı bu kadar sert ve ağır olsa da çok güzeldi, her şey, sen, ben.

on üç günde yoktan var ettik, şimdi silmek için mi çabalıcaz? benim seni ve yaşananları silmek için ne cesaretim var, ne de bunu yapabilmeyi isterim.

çok iyiydik, daha da iyi olabilirdik.

söylenecek her şey biraz daha deşiyo galiba ikimizi de. çözümse eğer susmak, sessizlik, iletişimsizlik... ben yapamam ki!

bitmesin. bitmeseydi keşke. ama bitti, son kez, derinden. içimde kalıntıların oluşması için canımı yakanın sen olması gerekir ama. ki bu doğru değil. hala içimdesin, kalbimin çepeçevre sarıp sarmalayansın.

bitmeseydi keşke, hayatımın erkeği.

Cumartesi, Eylül 26, 2009

Straight to number one - 24 going on 42

Bugün benim doğum günüm. Facebook duvarıma yazılan bir kaç mesaj, MSN'den gönderilen iki satırlık iletiler ve telefonuma gelen üç, bilemedin dört aramadan ibaret kutla(n)mam. İki hafta öncesinden milleti ayarlamaya çalışma girişimlerim, üç gündür yaptığım onca hazırlık bir hiç içinmiş sanırım. Birinin işi var, birinin misafiri var, birinin babasıyla sorunları devam ediyo, bi diğeri İzmir'de, biri İstanbul'da, biri Ankara'da, biri İsveç'te, biri Urfa'da, biri Eskişehir'de, geri kalanın bi kısmı anasının amında, sona kalanlar da cehennemin dibinde, sanırım.

Şubat'ta Antep'ten ayrılırken bu kadar da kopuk değildik kimseyle. Dost olduğumuzu sanıyordum. Sanıyordum; çünkü hiç görüşmeden, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, bir sonraki buluşmada/iletişimde sanki daha beş dakika önce ayrılınmış gibi kaynaşılırdı benim bildiğim. Hep öyleydi. Dostluğun anlamı değişti de ben mi bilmiyorum? Ya da ben mi geride kaldım?

Evet, koydu. Pis koydu hem de. Mesele doğum günümün kutlanıp kutlanmaması değil. Doğum günümün bugün olması sadece tesadüf, ve içip eğlenmek için bi sebep. Benim asıl istediğim sevdiğim ve özlediğim insanları etrafımda, bir arada görebilmekti. Öyle pasta veya hediye istemiyodum kesinlikle; çocuk değilim, mum üfleyerek pembe hayallere kapılacak kadar ufak değilim artık. Teşekkürler herkese, şu büyük resmin daha da büyüdüğünü gösterdikleri için.

Bitme yolunda ilerleyen ilişkiler 10dan başlayıp zamana bağlı olarak sıfıra insin, varsayalım ki. Bunu yavaş yavaş yapmaktansa niye hemen 1e veya sıfıra geçmiyoruz ki?

Cumartesi, Eylül 19, 2009

Mushaboom, mushaboom.

Kendimden uzaklaşmaya başladım. Çünkü aynadaki görüntüm bile daha güzel, o çok daha gerçek.

Düşünmek yaramıyor bana. Düşünmemek için yalnız kalmamam gerek, uğraşacak bi şey bulamıyosam bile birinin bana zorla bi şeyler yaptırması gerek; tabi burda ciddi bi ayrım da doğuyor. Kimse zorla bi şey yaptıramaz bana. Ancak tatlı dille aldatılmam gerek. Her seferinde aldatılmanın farkında olsam da böyle çalışıyor mekanizmam.

Kendimi de niye anlatıyosam durduk yerde? Saçma. Çok saçma hem de.

Pazar, Eylül 13, 2009

Altın defterdeki gümüş yaprak

Sabahın sekizinde, gözünü kırpmadan mal mal bilgisayar ekranına bakakalmak nasıl bi hismiş, unutmuştum sahi. Mesafeye rağmen güzel geceydi. İçten içe mutlu oldum. Hala mutluyum; hafif bi sarhoşlukla beraber. Ama alkol almadım.

Kimisi "Ayy gerçekten miii?", kimisi "E umarım hadi bu sefer abağğm." dicek; kimisi "Rahat dur demedim mi ben sana?!", veya "Yapma demiştim ama, aferin!" diye çemkirecek bana. Mutluyum ama be. Başlar mı, başlarsa sürer mi, sürerse ne kadar sürer, nereye kadar sürer, hiç bilmiyorum. Ama mutluyum.

Açılırkenki amacım sadece rahatlamaktı; hani "söyleriz" de rahatlarız ya, öyle bi şey. Karşımdaki insandan herhangi bi beklentim yoktu. İyi de oldu. Keşke mesafeler olmasa... Sadece şu an için değil, gelecekte de mesafeler olacak. Uzun uzun yollar olacak. Uzayacak hatta bu yollar. Bi gün gelir de biz olursak biz de uzaklığa parallel uzayacak mıyız yoksa orta yerimizden kopacak mıyız? Düşünmek için çok erken aslında. Fol var ama yumurta yok. E ama bunu ben düşünmezsem, ben dert edinmezsem kim el atacak? Nerde kalır sonra "ruh hastası" kavramı? :)

Uzun zamandır süregelen boşluğa rağmen hala kendimde olduğumun bilincindeyim. Bu sürece geçmişe kısmına geri dönüp baktığımda söylemediklerim ve yapmadıklarım için hata görüyorum kendimde. Kendimi yetersiz ifade etmişim.

Geleceğe bakıp umutlanmak istiyorum, hatta doğal bi dürtü var da içimde. Zaman zaman kendimi hayaller kurarken yakalasam da kontrol altına da alabiliyorum beynimi. Ama ne bileyim işte mutluyum şu an, çok hem de. Bunca kısıta rağmen tadına varıyorum.

Henüz sevgilim olduğunu bilmese de sevgilime...