Pazar, Ocak 29, 2012

accept what you can't change, change what you can't accept

Goodbye Music by L'Altra on Grooveshark

Sonra, ne gidebiliyorsun, ne de geçip gitmeyi istiyorsun.

Şöyle olmalı, böyle sürmeli deyip duruyoruz ilişkilerle ilgili hep. Allasen, daha doğru düzgün bi ilişkiyi bile yaşatamıyorken, ayakta tutamıyorken, neyin kuralını kaidesini koyuyoruz ki? Hani bi nevi biz kimiz de ahkam kesebilme cüretini gösteriyoruz ki?

Tutulan seks oruçları çok güzel aslında. Hani kendi irademizi deniyoruz falan tamam da, abi yaşlı mıyız biz amk noluyo ne orucu? Tamam, duygusal anların da katıştırıldığı cinsellik anlarını yaşamak istiyoruz, ama sence de fazlasıyla 30+ değil mi bu be izlek? Bundan iki sene önce sözümona arkadaş takıldığımız adam da duygusallık olmadan sevişemiyodu, hatta sırf bu yüzden başıma tonla bela sarmıştı da neyse konumuz bu değil. Konu, ona benzemeye başladığımı görmem bu hususta.

Florrie denen kadını kıskanıyorum. 88li, çok güzel, sesi harika, ve onu dinleyen tonla insan var. Bense 85liyim, erkeğim, sesim çirkin (o kadar ki, karaoke yapmaya kalktığımda ya mikrofon elimden alınır ya da biri daha bana eşlik eder, hatta çoğu zaman birden çok kişi), beni dinleyen veya dinlemek isteyen çok az kişi var :(

İnsanlar ne kadar duyarsız lan! Dün akşam marketten eve dönüyodum. Köpeğin teki acıkmış yazık, çöp bidonuna tırmanmış, burnuna güzel kokan kocaman bi poşeti yere indirdi gözümün önünde. O sırada apartmandan çıkmakta olan ve apartmanda yaşamayan kaltağın teki "Iyy pis mendebur hooooşt!" dedi, dönüp "Asıl sana hoşt be! Ne zararı var köpeğin sana?!" diye çemkiremedim kadına, sırf geçtiğimiz ay cenaze yaşanan bi evden çıktığından ötürü. Ama köpekçik korktu, koştu, gitti, aç kaldı :(

Bazen diyorum, baba patron beni kovmadan ben oğul patrona istifamı verip gitsem mi? Yemek ve çay molalarımı kısıtlı tutup aralarda 4-5 dklık sigara molalarına çıkmama rağmen bunun çenesini yapıyo :(

Accept what you can't change, change what you can't accept.

Kendimi sadece yakışıklı bulurum. Ha bi de gözlerim güzel. Bunun dışında ahım şahım bi yanım yok bence. Ama sırf beni yatağa atabilmek için olmadık taklalar atan erkekleri görünce g*tümle karşılıklı gülüyoruz. Hayır, bu çaba niye? İnsan gibi söylesen belki ben de salçalanırım sana :)

Sözümona haftasonu Antalya'dan birileri gelecekti. Öyle biri ki; 4 yıl önce tanıştığım ve bu süre içinde defalarca İzmir'e gelmiş olmasına rağmen bi türlü ayarlayıp görüşemedimiz, kıçı kırık fotoğraflarıma bakıp bakıp "Çok tatlısın sen Günlük!" diyebiliyor. Hani buluşsak, olayın akıbeti nolur? Muhtemelen bi gece birlikte uyuruz, bi kaç zorlarız sonrasında, ama o Antalya'da, ben İzmir'deyken zor be. Uzaktan uzağa yapamam ben. Hem, müdürü arıza çıkardı sözde ve gelemedi işte. "Dakka bir gol bir" derler bizim orda, ya sizin orda?

Hayata geç kalmış olmama rağmen bi Brazzaville'in David Arthur Brown'u kadar başarılı olmak istiyorum ben de. Adam otuzundan sonra neler neler yapmış ki ben henüz 20li haneleri tüketmedim. Gayet güçlü bi başarı hikayesi ve ilham kaynağı bu adam.

Bi de Gossip'in solisti Beth Ditto var ki anam anam; hükümet gibi karı! Ayağını bi vurdu mu Çin'i hoplatır. Özgüven harikası olan bu ablamız başarılı bi gay aktivist aynı zamanda, negzel cınıms sçs

Stephen Hilton ve gudubet karısı Pati Yang
Bazı zıtlıklar bir araya gelip müthiş bi uyum yaratıyolar. Devics ve FlyKKiller bunun en güzel örnekleri sanırım. İkisinde de çirkinlik abidesi gudubet birer kadın var, yanlarında da allamgüzelyareppimin boş zamanında özene bezene yarattığı iki ayrı güzel erkek. Tamam, Sara Lov'un sesi de harika, ama yine de o koca ağzı ve yoluk saçlarıyla yeterince çirkin. Ama Devics'in Dustin'i ile FlyKKiller'ın Stephen Hilton'ı allah allaaahhh!
Dustin O'Halloran












Sam Sparro









Ha bi de Sam Sparro var Avustralya taraflarından.

Joel Cassady

Sonracıma, son günlerde tıpkı bi Zaz gibi oluk oluk içimize boşalan bi Walk off the Earth gerçeği var ki bi gitarın başında beş kişi toplaşıp bi s*ki güçbela doğrulttukları videoda bize göre solda durup en kuğl haliyle tık tık bilek vuran bi arkadaş var ki adı Joel Cassady.





Mark Ronson
Daha daha sonracıma, Mark Ronson gerçeği var başımızda ki kudurmamak elde değil, a izlek! Allam bunlar erkekse ben neyim? Yok, ben erkeksem bunlar ne? Çeşitlilik bu kadar mı çok olur yareppim? Ya da onları yaratırken malzemenin bu kadar kalitelisini kullandın tamam da beni yaratırken neden Çin'e gidip geldin ki? :( Kendimi cam oyuncak gibi hissediyorum bu adamları gördükçe. Ne kötü lan :(

Sanırım bu adamları hayal ede ede orgazm olmaktan iyiden iyiye kafayı yedim ben. Müzik dünyası, öl!

Mark Ronson

Mark Ronson







Eski sevgililerimden birinin önceden çok samimi olduğu, ama sonradan eski sevgilisinin daha çok samimi olduğu bi çocuk var. Allam, her görüşümde dibim düşüyo! Hem görüntü olarak pek düzgün, hem de karakter olarak olgun ve naif bi adam. Aksi gibi de kendini defalarca boynuzlayan sevgilisiyle çok iyiler, hala, olan bitene rağmen. Fesat dolu gözlerle izliyorum, kör olcak gözlerim bu gidişle. Ha eski sevgilimin eski sevgilisi mi? O da çok güzel bi adam amk!

Ama bu ilk bahsettiğim çocuk çok fena ya! Her görüşümde dibim düşüyo, aklım uçuyo, kalbim kaçıyo, yüzüm gözüm sıçıyo böyle. Tanışırken bile "ık mık" diye kalmıştım ben. Allam, neden ben? Neden o? Neden yalnızım? Neden böyle güzel adamları gemici düğümüyle bağlıyosun saçmasapan adamlara? Ühühü!

Yalnız ölcem ben ya, kesin gözüyle bakıyorum artık buna. Zaten baba olmak gibi bi hayalim de yok, e hayatıma girecek olan insan da çıkıp gidecek eninde sonunda, kendi başına kalcam yine finalde. Arkadaşlar dostlar falan da bi yere kadar, öteye geçemiyorlar isteseler de. İsteyene de rastlamak zor. Yalnızlığk ömüğüğr boyuuuğuğuğuğu :kırıkkalp:

Şu ara özgüvenim pek bi yerlerde. Sürünmek ne kelime, fukara sümüğü gibi yere yapıştı da kurtulmak bilmiyo. Yerde kurucak kalcak öyle yavrum. Pohpohlanmaya ihtiyacım var aslında çok fena, öyle böyle değil. Beni beğenen yok, ben de beğenmiyorum bi yandan beni, her ne kadar yakışıklı olduğumu ve güzel gözlerim olduğunu söylesem de. Selam depresyonist sıçış açısı!

İzlek, al sana yorum yapabileceğin tonla konu. Seç, beğen al. Benle ilgilen, beni sev, okşa, öp, kokla, koy kenara, sonra bi daha okşa, bırak, git, gel yine okşa, güzel sözler söyle bana. Zira moralim nereye gitti ben de bilmiyorum :(

Yeni hafta kapıda, ve ben hiç mutlu hissetmiyorum!

Salı, Ocak 24, 2012

Come, come, come to my sweet melody

İmaj: Gugıl

Give Me Your Love by Florrie on Grooveshark

Beybi beybi, biliyorum, haftasonu için verdiğim sözde durmadım. Ama inan çok yoğunum. En nefret ettiğim durumda, işkoliklik eğilimindeyim. Çoğu zaman eve iş getiriyorum ve bu zaman zaman bilincim dışında, patronsal kuvvetlerle gerçekleşiyor. Araştırmam gereken kişisel şeylerin hepsi askıda. Gün içinde kelimesi kelimesine not aldığım şeyler kenarda köşede birikiyor. Yakında odamın duvarlarını kaplıycam onlarla.

Sen şimdilik şarkılarla oyalanadur, he gözünü sevdiğim?

Dönücem, gümbür gümbür hem de!

Öpçük!
İmaj: Gugul Bordello - Görüntünün aynısını masamda sergiliyorum.

Uyu Uyan by Onor Bumbum on Grooveshark

Pazar, Ocak 22, 2012

vitrineyşın iklimeyşın

Right You Are by Trespassers William on Grooveshark

Maskülen tavırlarım (ki böyle olması bilincimin bi hayli dışında, ben ki kendimi 'küt' görürüm, odunumdur kendimce), yüz hatlarım, muhabbetim çok çekici geliyor insanlara. Güya ben kafaymışım çok. Kafayım madem, neden hala yalnızım? Kafam girsin amk!

Yok, hani biri olsun diye yana yakıla aranıyor değilim. Ama gece yatağa uzanınca o yokluğu hissetmek var ya, o çok beter ve can yakıcı bi şey. Ya ilk baş gösterdiğinde uykuyu kullanarak onu tokatlayıp bayıltacaksın ve o ayılmadan sen uykuya dalacaksın, ya da kontrolü onun eline bırakıp sabaha kadar uykusuz kalacaksın, zaman zaman hıçkırarak.

Sabahları erkenden uyanmak işkence gibi geliyor artık. İşe giderken küfrederek uyanıyorum "Sabah 8de işbaşı yapıp akşam 6:30da paydos ne demektir yahu?" diye.

Ofiste son derece verimsiz hissediyorum ben kendimi. Yaptığım hiçbi şey yok çünkü. Patron boyumla bir dosya yığınını bıraktı masama "Al, incele bu katalogları, neler yaptığımızı gör bi." diye. Ama hani her bi tip ürünün farklı ölçüleri falan işin içine girince "Yok abi ben yapamıcam galiba." psikolojisine bürünüyorum. Gözüm bi hayli korkuyor yani. Çünkü çok geniş kapsamlı ürün portföyümüz var. Stok tutmamamızın yegane sebebi de bu. Hep sipariş üzerine üretim yapıyoruz, buna bağlı olarak da sipariş üzerine tedarikçilerle bağlantı kuruyoruz "Şu güne şu malzemeden şu kadar lazım." diye.

Koordinasyon ve iletişim eksiği en bariz nokta gördüğüm kadarıyla. Bu yoksunluktan dolayı işler aksayabiliyor sıklıkla. Sorumluluklar net çizgilerle belirlenmediği için herkes hemen her işi yapıyor fabrikada ve ofiste. Standartları oluşturmak bi şey değil de, herkesi buna dahil edip sürekliliğini sağlamak kısmı nasıl olacak, çok merak ediyorum.

O kadar ISO belgeleri alınmış, hem yönetim için, hem çevre için, hem iş güvenliği için. Ama içerikteki standartlar birebir uygulanmıyor. Workstation diye bi şey yok mesela, herhangi bi iş herhangi bi yerde yapılıyor. O forklift ne için alındı o zaman abicim? Sen kur tezgahını, forkliftle taşı malzemeni tezgahına, uğraş didin çalış üstünde, senden sonraki istasyon forkliftle gelip alsın senden malzemeyi, sen de sonrakine devam et geç. Ha bi de parçaları monte ederken sırasını iyi belirle, sonra kaynak yaparken kaynak gözlüğünü kullanamıyosun eciş bücüş yerlerden aleti sokup kaynak yapmak zorunda kaldığın için. Yazık o gözlerine!!!

Kayıt altına alınması gereken çok fazla şey var. Onu sağlasam zaten koordine edebilcem bazı süreçleri ve insanları.

Allam napıcam ben?

Bunun haricinde, romeo profilimle gündeme oturdum yine. İlk paragrafta bahsettiğim olay işte. Taliplerim pek çok maşallah. Yüzümü görüp "Ay ay ay aşık oluyorum"cular, göbeğime rağmen boy fotoğraflarımı seksi bulup ilk cümleleri "Sevişelim." olan salçacılar, MSNimi öğrenmek için g*tünü yırtıp sonra "cool" görünmek adına burnundan kıl aldırmayanlar... Çeşit çeşit. Ha evet, bazılarını görüyorum, "Oha taş gibi lan!" diyorum. Ama sonra "Bunla buluşsak bile bakmaz ki bu bana. Anca kahvemizi içer kardeş kardeş dağılırız evlerimize." diyorum.

Tek bi isim var hala, asitle kazıya kazıya yazıldı o isim bana. Tıpkı hayatıma perçinlenen diğer insanlar gibi onun adı da silinmeyecek.

Bi de keşke henüz maaş almamışken bu kadar harcama yapmasaydım. İlk maaşımı kredi kartına yatırarak değil, nakit harcama hayalim vardı çünkü benim. :(

PS: Bundan 4,5 yıl önce zamanın gözde eşcinsel forumlarından rainbowtr'da tanıştığım bi arkadaşım vardı. Zaman içinde unutmuşuz birbirimizi konuşmaya konuşmaya, bugün tekrar yazışmaya başladık. Geçen zaman içinde neler olup bittiğinden bahsettik kısaca. Böyle. :)

Salı, Ocak 17, 2012

Başlıksız oluversin, ne çıkar?

Vurursun Patlar by Onor Bumbum on Grooveshark

İki gündür soğuk, daha çok soğuk, çok bi bok soğuk, uzun çalışma saatleri, hava karanlıkken evden çıkıp yine karanlıkta eve girmek nedir çok bi güzel, pek bi harika öğrendim. Tamam, bu kadarı yeterli.

Sabah 5:30da uyanıp 6:15te evden çıkıyorum, 8de işe başlıyoruz. 10:30da çay molası, 12:30da öğle yemeği, 15:00 gibi tekrar bi çay molası ve 18:30 paydos. Eve girmem 20:00yi geçiyor. Dün aptal bi inada bağlayıp gece 1:30a kadar oturunca bugün zombi gibi dolandım durdum kuyruğum etrafında. Bi de patronlar ve bunun yansıması olarak personel biraz gergindi bugün. Odayı paylaştığım çocukla gün boyu sohbet ettik. Okumam gereken yüzlerce sayfa dolusu dokümanın taş çatlasa beş sayfasını falan okumuşumdur, gün boyunca!!!

Takip ettiğim blogları son on gündür bi hayli boşladım; ama telafi edicem, söz. Hafta sonunun gelmesini bekliyorum. Bi kısmını dışarıda eğlenerek geçircem belki, ama eve dönüp blogları tek tek okucam hafta sonunda.

Yapmam gereken iş sayısı o kadar fazla ki şu an. Evet, gündelik hayatım değil, işimle ilgili hepsi de. Ve ben stresliyim "Nasıl bi yükün altına giriyorum ben ya?" diye. Sanırım patronun bana biçtiği görev yöneticilik. Zira akşamüstü "Günlük, bir an önce öğren şu işi de al bu yükü üstümden artık!" diye sıkıştırdı beni.

Selam, ben işe başladığının ikinci gününde strese bağlayan Günlük.

Pazar, Ocak 15, 2012

It's just another lonely Sunday

Edepsiz Komedya by Sakin on Grooveshark

Ön uyarı: Bu post yüksek derecede yalnızlık içermektedir.

O kadar mutluyum ki! Yalnızım amk ne mutluluğu? Öyle aşka meşke yorulacak cinsten de değil bu yalnızlık. Yalnızım sadece. Evde bulunan ve en çok yarım saatlik periyotlarda "Biz burdayız" diye hayat belirtisi gösteren aileme rağmen yalnızım. Dahası, yanımda istediklerim onlar değil.

Yalnızım işte.

Adeta bi Diamanda Galás'ın Gloomy Sunday yorumu kadar soğuk ve acıtıcıyım. Acıyorum bi de için için.

Son zamanlardaki İngilizce başlık atma huyum da nerden geldi bilmiyorum. Gündelik hayatta İngilizce kelimeleri çokça katıştırırım cümlelerime, özellikle de buna sinir olan bi arkadaşım varsa yanımda. Sonra da "Biliyosun ki ben özentinin tekiyim canım ehu ehu" der iyice küplere bindiririm. Ama burdaki amacımı henüz çözemedim. Sorgulamayı da bıraktım an itibariyle, yersen.

Nil Karaibrahimgil gibi çıkıp bas bas bağıra çağıra Havuz problemi veya Bronzlaşmak'ı söylemek istiyorum bi de. İçimde Nil adında bi or*spu yatıyo bile olabilir zira Pelin'i söylerken kendimden geçiyorum çoğunlukla.

Bir hafta önceki postlarıma benzemiyo son 3-4 gündür attığım postlar, di mi izleğim? Psikolojiyi mi göçerttim naptım bilmiyorum inan. Yegane kafaya takmak istediğim şey bir kaç ay boyunca her sabah 5:30da uyanıp eve akşam 8de dönecek olduğum gerçeği. G*tüm donacak be! Fabrika zaten açık. E ofis de buz gibi. Bilgisayarım olacak mı onu da bilmiyorum. Sabit telefon ve internet zaten yok yeni taşındıkları için (Ama ne zaman geleceği de belli değil)

Grooveshark da vicıt yaratma olayını değiştirmiş, yeni çözdüm widget koymanın yeni yöntemini. Geç olsun da güç olmasın, di mi izlekcan?

Şarkıların içinde boğuluyorum son günlerde. Çok şey yazmak istiyorum, ama cümlelere dönüşemiyo aklımdakiler, içimdekiler. Zehir olup akıyo, gidiyo. Sol gözümdeki şişliğin sebebi de arpacıkmış, sabah balon gibi gözle uyanınca anladım. İşe başlamanın arefesinde bu neyin nesi bilmiyorum. Ama üstümdeki bu olumsuz enerji; defol git bi artık. Olmaz artık, kapı açık, arkanı dön ve çık o-hoh (Ajda Pekkan stayla), istenmiyorsun artık. Ajda Pekkan demişken, 45 yıl önce söylediği bu şarkıdaki gibi yaşamayı isterdim hayatı, dertsiz telaşsız mis!

Öperler!

Cumartesi, Ocak 14, 2012

Saturday Night Fever

Seasoned Eyes Were Beaming by Sara Lov on Grooveshark

Hani işe girdim ya, bir rahatlık geldi ki anlatamam. Meğer onca bunalımımın yegane sebebi işsizlik ve bunu kafaya çok takmammış. Ha belli başlı şeyler hala acıtıyo, o ayrı. Pek konuşmak istemiyorum bu konuda.

İşe girdiğim günden beri "son Derya Baykal günleri"mi yaşıyorum sevgili izlek. İlk gün pasta yapmıştım, Perşembe akşamı Pierogi Ruskie yaptım ki kendileri Polak diyarının çokça sevilen mantı türü yiyeceği olur. Haşlanmış patates, onlara göre köy peyniri, bize göre tuzsuz lor ile belli oranlarda ezilip karıştırılır. İçine karamelize edilmiş soğan ve tercihen pul pul doğranmış bacon karıştırılır ancak domuz etinin tüketilmediği bir ülkede yaşadığımızdan yarı vejetaryen oldu bu, etsiz :(

Sonra, yoğurmaktan ellerimizin ağrıdığı hamuru oklavayla (evet evet, oklavayı elime alıp unlu unlu açtım) açtığımız hamurumuzdan bi bardak yardımıyla kestiğimiz dairelerin ortasına hazırladığımız harçtan koyup (aynı poğaça yapar gibi) kenarlarını bastıra bastıra bi hal oluruz sevgili izlek. Aman neyini anlatıyorum ki işte, fotoğrafı aşağıda:

İmaj: Günlük Ayracı - Pierogi Ruskie

Bitmedi. Dün kalktım cinnamon rolls yaptım. Ama gugıl görsellerde görebileceğimizden çok uzak oldu benim yaptıklarım. Bi kere frosting diye bi şey yoktu ve hamuru makinede yoğurttuğumdan (yoğurmak, yoğurtmak?! ftw?) olsa gerek, hamur devasa kabardı. O fotoğraflarda görünen yalanmış a izlek, bildiğin kabardı benimkiler :( Ama tadı nefisti. Bi dahaki sefer daha çok tarçın-pudra şekeri karışımı serpmeliyim içine. Bunun fotoğrafı yok çünkü iki koca fırın tepsisi çöreği dünden beri üç kişi yiye yiye bitirdik. Fotoğraf çekmeye fırsat olmadı :) Bi dahaki sefere söz ;)

Son olarak, bugün dünkü cinnamon rolls hamurunda sarıları kullanıldığı için kenarda melur melur bakınan yumurta beyazlarını beze yapmak için kullandım. Ancak toz şeker kullandığımdan mıdır bilinmez, kıvamı çok cıvık oldu. Bu yüzden aşağıdaki kumsaldan toplanmış kireçtaşıvari görünümü elde edebildim ancak. Olsun, tadı nefis :)

İmaj: Günlük Ayracı - El: Günlük Ayracı - Beze

Sol göz kapağımın dış tarafında tarifi imkansız bi ağrı var. Sanki bi şişlik var gibi, gözümü açıp kapatmayı zorlaştıran. Elimle yokluyorum, hiçbi şey yok. Arpacık mı diyeceğim, ama değil sanırım. Arpacık olsa gözüm kapanırcasına şişer.

Vücudumun bilumum yerinde çıkan enfeksiyonlar da cabası. Hayır pis bi adam değilim ki! O kadar ki, anaokulundayken (ben kreşte veya ana sınıfında değildim, ana okuluydu bizimkisi) oyun saatinde kum havuzunda oynardık, bana dokunanlardan hastalıklıymış gibi kaçardım "Üstümü kirletiyosun pis ellerinle!!!" diye çemkirerek. Bu denli titizdim, hala da titizim. Sanırım kabul etmeliyim: Vücudum iflas etmeye başladı. Doktora gitsem kim bilir neler neler çıkacak?

Millet harıl harıl "Saturday night fever" hazırlığına girişsin, ben evde oturup beze yapayım. Belki benim setıdey nayt fiğvır anlayışım bu arkadaşım sana ne? SAĞ-NAĞ NE?

Perşembe, Ocak 12, 2012

biznısmen

İmaj: gugıl

Makro by Katarzyna Nosowska on Grooveshark

Sabah 9:20 gibi evden çıkıp 9:30 otobüsüyle yola çıktım. 10:45 gibi ordaydım. Stresimi yenmek için bi sigara içip falanfilan beyi aradım; "Ben geldim, dıdıdının önündeyim." diye. Bi 10 dakika sonra geldi, beni aldı. Sanayinin içinden geçip şehir dışı sayılabilecek bi yere gittik. Gayet amatör bi atölye var, minicik bi yönetim binası falan. Patronun satış sorumlusuyla paylaştığı odaya girdik. Adamlar dün evire çevire incelemiş olmalarına rağmen usuldür deyip CVmi çıkardım verdim, "Yeterince baktık gördük dün zaten hehe." deyip kibarca kenara bıraktı patroneyşın. Patron dediysem, 30lu yaşların başında, gayet kargo pantolonu, Buff'ı, pofuduk kar yeleği olan bi adam. Ayağında trekking ayakkabıları falan var böyle. Bi an için "Lan olm Günlük, bu nasıl ciddiyetsiz bi patron? Bu adamlar ne iş yapıyolar burda be?" dedim kendi kendime. Çok şeyden konuştuk. İşletmenin ne durumda olduğundan girdik, bugünkü sürece nasıl geldiğiyle, bundan sonraki süreçte ihtiyaç duyduklarının ne olduğuyla ve benim orda bulunma sebebimle devam ettik. Rolüm büyük gibi gözüküyor. Hayır bu kadar kritik bi projeyi benim gibi deneyimsiz birinin ellerine teslim etmeleri de ilginç. Sanırım beraber öğrenicez işi, düşe kalka. Kurumsal işletmelerin planlı programlı biçimde 6 ay içinde implemente ettikleri ortamı biz 2 yılda yaratabilirsek ne mutlu bize.

Sonra baba patron geldi, haliyle bi irkildim hafiften. 60ına merdiven dayamış, geleneksel anlayışa sahip bi baba (Oğlundan bi kaç tüyo almıştım hehe). "Kimsin, nesin, necisin, napıyosun?"la başladı baba patron. Sonra sandviç tekniğini kullanarak benim için düşündüğü aylık ücreti belirtti. Tahminlerimde yanılmadığımı görmemle beraber "gaddemit" ifadesi belirmiş olmalı yüzümde ki baba çıktıktan sonra oğlu "Bak Günlük, yeni bi hayat kurcaksın sen burda. Bu yüzden ben babamın söylediği 900 Liralık maaşı sana uygun görmüyorum, daha fazla verebilmemiz lazım sana. Bunu düşünüp akşam içinde arıcam seni ben." dedi. Sohbete devam ettik sonra.

Hiç de öyle iş görüşmesi gibi değildi ya. Oğul patronla oturduk sohbet ettik resmen. Gerçi çenebaz biri, o konuştu ağırlıklı olarak. Ama yine de güzeldi. Üçbuçuk saat orda kaldıktan sonra beni aldıkları yere bıraktılar ana caddede. Otobüsüme binip ailemin yanına döndüm. Ha tabi markete uğrayıp kutlama için bi kaç malzeme aldım. Ortaya şu sonuç çıktı:

Selebreyşın keykim :)

Akşam evde oturuyorum. Pastayı yapmak için hazırlığa başladım falan mutfakta. Telefonum bangır bangır çalıyo. Kezbanmış arayan. Pastama döndüm. Saat kaçtı hatırlamıyorum, patron aradı "Babam 900 bilsin ama biz onu 1100 yapalım hehe hayırlı olsun hadi" diyerek. Uçtum tabi. Zira ödeyeceğim kira 300-400 Lira gibi bi meblağ olacak. Hadi ısınmasıydı faturalarıydı aidatıydı derken 600 olsun. Kalan 500 ile de gül gibi geçinip gidebilirim o semtte. Hem gündüz satış sorumlusunu örnek verdiler maaş mevzusunu konuşurken. Adam 400 Lira ile başlamış 2005 yılında. İki ay sonra performansını görünce 600'e çıkarmışlar. Bi altı ay kadar sonra da 800 Lira olmuş maaşı. Bunu duyunca 900 Lira'ya fit olmuştum zaten. Ama 1100 Lira da oldukça tatmin edici şu aşamada, koşullar bu kadar açık ve netken.

Öyle yani sevgili izleğim. Pazartesi işe başlıyorum. Günlük net 10,5 saat çalışçam. Ama haftasonlarım bana ait tamamen. İlk yılın sonuna doğru evimdeki eksiklikleri tamamlayıp araba almayı planlıyorum, ufak çaplı bi şey. 1.2 dizel motorlu, fazla vergi ve yakıt yükü bindirmicek bi şey. Ayağımı yerden kessin babında. Hyundai Accent'in 2007-2008 modelleri nasıl sence?

Çarşamba, Ocak 11, 2012

Hayat negzel şey, negzel şey hayat

İmaj: tumblr'da hatırlamadığım bi yerden

Dynamite by Kraak & Smaak on Grooveshark

Gece 11:30 gibi yatağa girmiş olmama rağmen sabahın 5inde gözleri tavana dikip de erkenden uyanmak da nesi? İkinci 3 saatlik uyku döngümü tamamlamadan uyandım. Hafif bi yorgunluk hissi var evet, uykumun da a.me.ke.

Yaklaşık dört saat sonra 2003 yılında kurulan ve metalürji sektöründe faaliyet gösteren bi aile şirketiyle görüşmek üzere evden çıkıcam. Bu verilere bakarak profesyonelliktir, kurumsallıktır falan hak getire diyorum, ama hiç belli olmaz. Önerecekleri maaş konusunda da belli öngörülerim var tabi ama pek iyimser değilim bu konuda da. Ön yargılarla dolu gidiyorum görüşmeye.

Hayır, sen kalk İstanbul'dur Gebze'dir yüzlerce yere başvur, sonra günün birince toplu özgeçmiş gönderimi yapan bi sitede bu faaliyette bulun, seni arayan tek yer de bu olsun, o da İzmir'in köy denebilecek küçücük bi yerinde olsun. Reva mı arkadaş? O kadar mı kıymetsiz bi özgeçmişim var bu işverenlerin gözünde? Bu kadar mı işlerine yaramıyorum kimseciklerin? Calimero gibi hissediyorum.

İmaj: Gugıl

Efendim, malum Çarşamba da geldi. Akşam dışarı çıkacak olanlar için ısınma turu olsun, çıkmak istemeyip evde takılmak isteyenler için de ilham olsun fondaki şarkı. Ne? Henüz açmadın mı? Git kendini sıkıştır en yakın kapıya!

Şu 8mm ne güzel şarkılar yapıyomuş meğer.

Öpürük!

Pazartesi, Ocak 09, 2012

good ol' times

Gidip Dinlemeliyim by Ceylan Ertem on Grooveshark

Fonda Dadafon'dan Van Gogh's Boat çaladursun, benim post şarkım belli.

Geceden beri can sıkıntısından youtube'da abuk subuk videolar izliyorum. Mesela oje süren kadınlar, evdeki meyveden sebzeden maske yapan hatunlar falan. Sarkastik yorumlar yazıp eğlendim kendi kendime. Oje öyle iki-üç fırça üstüste alıp da sürülmez! Önce öğrensin, ondan sonra kamerayla milletin gözü önüne çıksın. Erkek halimle ben biliyorum be!

Sabah yerli rock gruplarından bi kaçını dinlerken üniversite hayatım gözlerimin önüne geldi. Böyle bi kötü oldum. Negzel günlerdi be! Kafamıza göre sırt çantamızı alıp "Hadi yarın Urfa'ya gidiyoruz.", "Hişş kaldır g*tünü, Mardin'e gitçez.", veya "Çantanı hazırla, İstanbul yolu gözüktü." der basar giderdik. Para sorunumuz yok muydu? Fazlasıyla vardı. Ama dayrak dayrak gezmekten geri kalıyo muyduk? Kalmıyoduk.

Ertesi gün en baba dersin sınavı varken gece yarılarına kadar içip sesimiz kısılana kadar eğlendiğimizi ve önceden biraz çalıştığımızdan da sınavdan en yüksek notları aldığımızı bilirim.

Birbirimizin evinde ders çalışmak için toplanırdık 3-5 kişi, çantada şaraplar, meyve suları, meyveler olurdu kesin. Sangria yapar içerdik.

Home party anlayışımız oldukça gelişmişti. Organizasyona çevirmiştik kendi içimizde. Evdeki tüm eşyalar bi odaya tıkılırdı, biralar kasa kasa dolaba gömülürdü, cips çerez türleriyle vodka ve enerji içecekleri de evdeki yerini bulurdu. Sonra insanlar akın akın gelirdi. Hatırlıyorum, 25 metrekarelik stüdyo eve 20 kişi sığıyoduk biz. Gece boyu dans et, iç, fotoğraf çek. Arada efkar yap, çok içenler bi kenarda zırlasın, dursun.

Ne günlerdi be! O kadro hiçbi zaman bir araya gelmicek tekrar, en kötüsü de bu. Hayır ağlamıyorum, sigara dumanı kaçtı gözüme.

Öpçük.

Pazar, Ocak 08, 2012

araştır-geliştir

You & Me by Nimb on Grooveshark

Sevgili izlek,

Uykusuz geçen iki günde filler beynimde türlü türlü pozisyonda sevişirken bi araştırma yapma fikri beliriverdi birdenbire. Sana bi soru sorcam birazdan. Vereceğin cevabı talebin doğrultusunda yayınlamadan silebilirim. Özel bi istek belirtmezsen de yayınlarım.

Araştırmanın amacını ilerleyen zamanda sonuçlarla birlikte açıklıcam. Vereceğin cevabı etkilememek adına şu an için kapalı kutu olmak en iyisi. Bu yüzden cevaplarken dürüst olursan ben kulaklarımı bile sallayabilirim.

Soru şu:

"Bir erkekte aradığın 5 özellik nedir?"

Bu özellikler fiziksel de olabilir, mental de, sosyal de, cinsel de. Aklıma gelmeyen başka bi kategoriye ait de olabilir, hiç farketmez. "Erkek" deyince gözünün önüne gelen 5 faktörü bana yorum olarak sırala cınıms. Araştırma konusu demografik bilgiler de gerektirdiğinden yaşını, eğitim durumunu (mezunsan son mezun olduğun okul cinsini), cinsiyetini ve cinsel eğilimini de yazmayı unutma.

Öptüm kib bye.

Perşembe, Ocak 05, 2012

Arbeit Macht Frei

İmaj: Gugullu

Where Is My Mind by Yoav Feat. Emily Browning on Grooveshark

Yana yakıla iş arıyorum. Her gün her gece onlarca ilana başvuruyorum. İşverenler eskiden geri bile dönmezlerdi. Şimdi bolca red yiyorum.

"Özgeçmişiniz tarafımızca incelenmiş ancak şu an için birlikte çalışmamıza imkan bulunamamıştır. Gelecekte doğacak ihtiyaçlarımızı karşılamak üzere verileriniz bilgi sistemimize kaydedilmiştir."

Beni şimdi istemiyosan bi daha isteme arkadaşım. Ben şu anda istiyorum bu işi. Başvurduğum işe uygun bulmadıysan beni, daha sonra neye uygun bulacaksın?

Pişmanlıklar...
Zamanında "ehihoha dersler az geliyo bu mallara" diye dalga geçip dahil olmak istemediğim dış projeler...
Katılmayı reddettiğim proje yarışmaları...
Bölümümle alakalı olup gitmek istemediğim kongreler, sempozyumlar, workshoplar, buluşmalar...
Sırf geçebilmek için sadece kendi sunum konuma odaklandığım dersler...
Millet her sabah harıl harıl derse koştururken benim evde uyuyarak geçirdiğim günler...

Tembel bi öğrenciydim evet. Hiçbi zaman çalışkan olmadım öğrenim hayatımda zaten. Yumurta kapıya dayandığında günü kurtarabilmek adına çabalarda bulundum ben hep. Bence şu an yakınmaya hakkım bile yok aslında sırf bu yüzden.

Evde oturmaktan gına geldi artık. Düzensiz hayattan bıktım. Ertesi gün yetişmem gereken bi iş, bi yer olmamasından mütevellit sabahlara kadar istemsizce oturup akşamın 5inde 6sında uyanmaktan nefret eder oldum. Uyku düzenimi ayarlasam bile, hala işsizim.

"Çalışmak özgürlüğü getirir" demiş ya zamanında Naziler, slogana iyimser bakıp özgürlüğümü istiyorum. Parasızlık, boşluk, düzensizlik, bunların getirdiği hareketsizlik ve bunalım... Ölüyorum artık bunlardan.

Postu okuyan herkese gelsin... Beirut - Cliquot

Öpering!

Çarşamba, Ocak 04, 2012

Suck my friendiness, lick my persuasion

İmaj: Gugullu ve Günlük Ayracı koopereyşını - Esin kaynağı: 9gag.com

Who Needs Love? by Razorlight on Grooveshark

En güzeli buydu bence, kafama vura vura "Sen benim arkadaşımsın Günlük." lafının bana öğretilmesi. Yok hayır, anlamıyor değildim. Sadece içimdekileri dışa vurmak istedim, yoksa daha fazla rahatsız edecekti beni.

Tekrar arkadaş moduna dönmem zaman alabilir, almayabilir de. Bilmiyorum. Zira hissettiklerim ve düşündüklerim ziyadesiyle gerçek bana göre. Ama "O"nun benden uzaklaşmadığını, ilgimden sıkılıp kaçmadığını bilmek çok güzel. Arkadaşın olduğuma daha da inandım bu tavrınla.

Yeniyetme ergenler gibi oturup günlerdir neler yapıyorum ben sahi? Kuşlar, çiçekler, böcekler... S*kerler! Seviyorum lan, kapa çeneni. Otur ve şişirilen egonun keyfini sür iki dakka. O geçince telefonda "Günlük noldu biliyo musun? Bıdı bıdı bıdı vıdı vıdı vıdı ya sonra oraya gittim ama orda da budi budi budi derken bi baktım saat 6 olmuş. Çıktım eve geldim, yorgunum amk s*kerler." diceksin zaten. Arkadaşız amk, arkadaşız.

Ha bi de, sana karşı olan hislerim alevlenmeden çok önceden beri, ben askere gitmeden aylar önce, sen Grooveshark'ı ilk kullanmaya başladığından beri blogunda paylaştığın şarkıları takip ediyorum da, ulan playlistimde hepsi, bi tane bile çıkmaz mı sevmeyeceğim şarkı? Bir tane lan bir bir!!111!!1 Şakası yok bu işin. Ezikleniyorum bi yandan da "I-ıh nerde kaldı kendi müzik zevkim lan? Adamın dinlediği her bi şeyi dinler oldum ben. Olmaz böyle." diye. Ezikleniyorum evet, ne var?

"Welcome to Americana. Please make your selection followed by the pund sign, NOW!"

Radyoda bu çaldı az önce. Hemen ardından dırırın dın dın dın dırırın dın dın dın diye Have you ever'ın girmesini bekledim. Girdi amk girdi, çok güzel girdi bekle.

Arkadaşımın aşkısın. Aşkımın arkadaşısın. Arkadaşının aşkısın. Arkadaşız amk, arkadaşız.

Ha bi de, senden çıkarken en son sehpanın üzerinde açık bıraktığın kırmızı Winston paketinden bi dal sigaranı araklayıp çantama boşa atmıştım. Hiçbi kaza olmadan eve kadar geldi o sigara. "Unutucam." dediğim an yakıp içicem demiştim kendime. "Umarım hiçbi zaman yakmak zorunda kalmam." diye ümit ederek. Az önce yaktım, içiyorum. Ve her nefes ayrı güzel, bilmelisin. Kırmızı Winston rocks diyoruz, yıllardır sertliğinden yakınıp içemediğim o sigara meğer nası bi canmış böyle.

Sabah erkenden uyanıp firmaların yolunu tutucam yine. 5 saat uyku yeter bence bu bünyeye. Fazla uyku aptallaştırıyo hem.

Peki ya "O"nun bi arkadaşıyla telefonu kapatırken "Görüşürüz, öptüm." demek istemişken "Öpüşürüz." dememi napmalı? Hangi kaynar kazana atmalı? Altına odun atmalı mı?

Yedin bence.

Midemde bi ağrı.

Öperimskiego!

Salı, Ocak 03, 2012

Masalın bittiği yerde hayat başlar

Better Together (Hawaiian version) by Jack Johnson on Grooveshark

"Yüzyıllar önce yüzyıl uyuyan bir prenses varmış, bir büyücünün zulmünün esaretinde kimbilir belki olabilecek bir uyanışı beklemiş yüzyıl boyunca.
İşte o masal;Her masalın, her söylencenin uzun uykusunda bir uyanma vakti vardır. Ve o gelmeden girişilen her eylem bir serüven yalnızlığı olarak kalır. Öyle anılır.Ve yüzyıl sonra vadesi erişip bir prens çıkmış ortaya. Masalın ve yüzyılın kendisine verdiği bu görevi seve seve üstlenmiş; zaten uyuyan güzel hakkında yüzyıldır söylenegelenlerin etkisinde daha onu görmeden deliler gibi tutulmuş ona. Kendisine verilmiş misyona mı, uyuyan güzele mi aşık olduğunu ayıredemeyecek kadar toymuş o zamanlar. Böylelikle hayranlığın, sevginin, sevdanın, aşkın, cinselliğin ve beraberliğin bir kulak dolgunluğu olduğunu bir kez daha görüyoruz. "Bizim" sandığımız birçok duygunun, düşüncenin, değerin ve doğrunun içimize usul usul işlenmiş bir kulak dolgunluğu olduğunu...Ve prens dudaklarında yüzyıldır beklettiği öpücüğüyle birlikte saraya doğru yollandı.Masalına kahraman olma zamanı gelmişti.

Prensesin odasına geldi. Prenses uykusunun içerisinde batık bir gemi gibi gizemliydi. Uykusuyla bütünlenmiş güzelliğine, efsanesinin güzelleştirdiği yüzüne uzun uzun baktı Prens. Çok uzaktan, çok uzaklardan, tam yüzyıl sonrasından baktı.Sonra kararını verdi:Aradan yüzyıl geçse de uyandırmayacaktı onu.O gün gelse de.Uyandırdığında bu sevdanın, bu büyünün, bu tılsımın bozulacağını biliyordu çünkü; bir bakış, birkaç söz, bir dokunuş herşeyi bozacaktı. Sevmek suskunluktu, sevmek kesin sessizlikti, sevmek uzaklıktı, sevmek dokunamamak, erişememek, sevişememekti.Ya da yüzyıldır böyle öğretilmişti sevmek.

Gözlerini açar açmaz, yüzyıldır gördüğü düşlerin anımsayamadıklarından ve o düşlerin tümünden, sızıya benzer bir duygu olacaktı kalakalmış olan. Biliyordu bu sızı hep olacaktı. Kaldı ki, o düşlerin tümüne eğemen olan ortak motifler, zaman zaman, yani yaşadıkça; yaşamını, ilişkilerini yoklayacaktı elbet. O düşlerin tümü anımsanmak içindi. Sonsuz bir anımsayıştı herşey; anımsayış ve unutuş. Ömrünün bundan sonrası düşlerinde gördüklerini yaşamakla geçecekti. İnsan uzun uykulardan sonra yalvaç bir yalnızlığa uyanıyor.

Aradan yüzyıl geçtikten sonra hiçbir uyanış mutlu olamaz.

Benim için artık çok geç kalmış bir sevgi bu, ben seversem yüzyıl öncesinin sevgisiyle seveceğim, o severse, beni üzerinden yüzyıl geçmiş bir sevgiyle sevecek. Aramızda kaç takvimin uzaklığı duruyor. Bir öpücük, yalnızca bir öpücük bu uzaklığı kapatmaya yeter mi?Sevgi,Zehirli bir düşün, büyülü sözcüğü...Öte yandan sevmek göze almaktı, sonuna dek gitmekti, gidebilmek yürekliliğiydi. Biliyordu prenses uykusundan uyandığında, ya da uyanır uyanmaz onu eskisi kadar sevmeyecekti. Çünkü sevmek sessiz ve tek başına bir şeydi. Sevmek yalnızlıktır. Onu eskisi kadar sevemeyeceğinden korkuyordu. Onu uyandırmaktan korkuyordu.Eskisi kadar sevemeyecekti, belki de hiç sevemeyecekti. Çünkü arada o orman, o karanlık, o geçit vermez, o giz olmayacaktı artık. İşte odasında duruyordu.Duman inceliğinde bir boşluk dolanıyordu yüreğini.

Arada ne ormanın, ne de yüzyılın karanlığı olmadan onu nasıl sevebilirdi? Bu kadar büyük sorumluluğu yüklenebilirmiydi? Sevmenin zahmetini, birlikte omuzlanacak olan zahmeti yüklenebilir miydi?

Paylaşmaya, tartışmaya, özveriye, anlayışa gereksinen iki kişilik ilişkiyi göğüsleyebilir, götürebilir miydi?Sevmek imkansızlıktı.

Kendimizde beslediğimiz, kendimizde büyüttüğümüz, kendimizde saklı duran bir şeydir sevmek. O hep bizdedir, bizledir, usul usul biriktiririz onu, içimizde yığılı durur. Ve günün birinde ansızın karşımıza biri çıktığında sanırız ki içimizden boşalıveren bütün bu duyguları o taşımıştır bize.

Sevmek, kendi kendimizi büyülemektir; kendi kendimize yaptığımız büyü.Oysa yeniden başlayacaktır arayışlar, pişmanlıklar, yanılgılar. Her şey "tamamlanmak" içindir. Çoğu kez ölümün tamamlayıcı ellerine dek aynı umut, aynı arayış, aynı çırpınış ve aynı perişanlıkla sürükleniriz.Gözümüz arkada kalmıştır.

Ansızın anladı ki uyuyan güzelin kendisini değil, masalını seviyordu Prens.

Masalın bittiği yerde hayat başlar...

- Murathan MUNGAN"

Fortune told, fortune sold

Gotta Boyfriend? by Frankmusik on Grooveshark

Terazi ( 23 Eylül - 22 Ekim ) 

Sevgilinize karsi nazik oldugunuz sürece aranizda herhangi bir problem yok. Siz ya da o iliskide patron olmak isteyebilir. Sizi tanimak isteyen insanlar var. Ilk adimi siz atin ve onlarla iletisime geçin. Kendinizi boslukta hissetmemek adina yeni hobiler edinmelisiniz. Ailede açiklama yapmaniz gereken bir konu var, onlara iyi haberler vermeye çalisin. Basinizi agritan bir evrak meselesinden sonunda kurtulacaksiniz. Parali günler var. Kilo vermek için diyetisyenin uygun gördügü diyeti uygulayin. Paylaş 03/01/2012

Arkadaşım, benim sevgilim yok! Sok bunu kafana. Her gün "Yok sevgiliniz şöyle...", "Yok sevgiliniz böyle..." diye fallar çıkarıp durma benim karşıma. Sevgilim yok, sevdiğim adam var. Yeter ki bana dönüp baksın bi, patron olcakmış, olsun. Ne çıkar? Bazı bazı o, zaman zaman da ben alırım elime ipleri, ziyanı yok. Sağlıklı olan bu zaten bence.

Beni kim tanımak istiyomuş? Gelsin tanışalım. Benle tanışmak isteyen kimseyi ısırmadım şu ana kadar. Bilmediğim, tanımadığım, varlığından dahi haberdar olmadığım birine ilk adımı nasıl atabilirim?

Kendimi boşlukta hissediyorum işte. Ne hobi edinirsem edineyim, bu boşluk olacak. İçeriğini, sebebini, çözümünü önceki postlardan birinde anlattım zaten, yorma beni.

Aileme açıklamam gereken konu eşcinselliğim. Ama yemiyo işte, baba kalp, anne sinir hastasıyken. İyi haberi nasıl vericem allasen? "Sevdiğim bi adam var ama beni siklemiyo. Ama üzülmeyin, en azından mazbut hayat süren erkek gibi erkek birini buldum bu sefer." mi? Bu mu?

Başımı ağrıtan evrak meselesinden kurtulabilmem için usturuplu saatte uykumun gelmesi, yatağa girmem, ve zamanında uyanıp gitmem gerek.

Paralı günler? Hay hay, buyursun gelsinler istedikleri gibi :)

Kilo vermek. Tamam, mutlu değilim aynaya bakınca love handle'larımın handle'ı geçip cankurtaran simidi haline gelmesinden. Dukan mı yoksa çözüm? Yoksa bi diyetisyenle etkileşim halinde mi kilo vermeliyim? Arkadaşım ben işsizim, ne diyetisyeni? Devlet hastanelerinde o dediğin meslek grubu, hedef kitlesi beleşçi olduğu için kimseyle ilgilenmiyo.

Not: İçimde bi homofobik yok sevgili adam. Feminenliğe karşı geliştirdiğim bi homofobi de yok. Hatta en samimi arkadaşlarımın arasında efemine tavırlıların da olduğunu görebilirsin. İsmilazımdeğil mekanda sıçtığımının kaşarı çıkasıca iki gözüyle seni soyarken herhalde tepkisiz kalamazdım. Onun canını yakacak, ona dokunacak bi şey bulmalıydım. Çözüm de bu, kolay nasılsa.

Houston?!

Ona Movie by Sofa on Grooveshark

"Nesimi'ye sormuşlar:
- O yar ile hoş musun?
- Hoş olayım, olmayayım. O yar benim, kime ne?"

Bana sorsalar "O göbek ile hoş musun?" diye, vereceğim cevap "O göbek benim, kime ne?" olurdu.

Soğuk bi İzmir sabahından daha günaydın herkese. Biliyorum, günde üç post yazmam hiç hayra alamet değil, ama içimden geldiğince yazıyorum, rahatlıyorum. İshal olunca tuvalete gitmek gibi bi şey sanırım bu. (Oh yeah!)

Neyse, sadede gelesim var. İzleyici sayımın artması için bi yerlerimi yırtmıcam ama kafamda belirlediğim ve ileride açıklayacağım sıradaki izleyicime çok özel, çok şukela, böyle nasıl desem çok reröre bi sürprizim olacak. Blog okuyucusu olduğuna göre de severek kullanacağına inanıyorum. Tamamen one-of-a-kind, tasarım parçalar olacaklar. Yok canım, kıyafet falan değil, hemen heveslenmeyin :) Ama güzel bi şey işte.

"Houston, we have a problem!" Ben hemen her postuma birer ikişer şarkı sıkıştırıyorum. Kaç kişi dinliyor onları? Niye kimseden bi yorum gelmiyor? Ben paylaşmaya devam edicem yani dinleyip dinlememek, sevip sevmemek sana kalmış tamamen. Ama ben paylaşmaya devam edicem canom, sen anlıyor beni? Anlıyor, anlıyor. Yoksa sen ne iş var burada? Tıpkı bir Rus atasözünün de dediği gibi: "Sen istiyor duj, verecek 100 dolar."

Çok? Yok?

Whispering by Antenne on Grooveshark

Yanağımdan iki damla yaş süzülürken lanet ediyorum her şeye; senden ayrı olmama sebep olan herkese, her şeye, sana, beni arkadaş gibi görmene, canını defalarca yakıp kaçan o İtalyan'a, sabrını sınayan eski ortak tanıdığımıza, eski ortak tanıdığımızın bozduğu ilişkindeki o eski sevgiline, senin her şeyinle bağlandığın ama ruhunda yeni delikler açan bütün şerefsizlere.

Seninle olamayacağını bildiğim halde kafamı çevirip başkasına bakamıyorum. İstemiyorum bi diğerini. Mansiyon ödülüyle yetinmek istemiyorum, çünkü bu oyunda benim büyük ödülüm sensin! Kuralları falan da yok bu oyunun. Rakipler mi? Kim olduklarını bilmiyorum. Varlar mı, yoklar mı, bundan dahi bihaberim. Ama şunu biliyorum, ben mansiyon ödülüyle yetinemem!

Puppy eyes. Seni unutamam ben. G*tünü de yırtsan, g*tümü de yırtsam unutamam. Sende o puppy eyes ve o bakış varken ı-ıh :) Sen istediğin kadar iğren göbeğinden, göğsünden. Bana yeterince seksi geliyolar. Hem hep derim, flat bi karın, six-pack falan hikaye abi. Elini attın mı gelecek göbek denen bi şey. Love handle dediğin, sevgini aktarmana yarayan bi iletişim aracıdır, mıncırılır, sıkılır, eğilip öpülür. Seni mevcut halinle, olduğun gibi istiyorum. Gözlerinde eskiden kamerada yansıttığın ışığı görmek istiyorum, sen bana bakarken. Ha gider zayıflarsan da karışmam. Benim için yine puppy eyes'sın. Hala, akşam işten eve dönünce gözlerinin içine bakıp öpmek istediğim adamsın. Gece yatağa uzanınca sıcaklığında, kokusunda uyumak istediğimsin. Birlikte sosyal aktivitelere katılıp eve dönüp sevişmek için saniyeleri saymak istediğimsin.

Sen çoksun benim için. Ama yoksun bi yandan da, lanet olsun ki!

Pazartesi, Ocak 02, 2012

Hiç sabrım kalmasa bile, vazgeçersem kaybederim

Cartoons and Forever Plans by Maria Taylor on Grooveshark

"Başka türlü bir şey benim istediğim. Ne ağaca benzer, ne de buluta. Burası gibi değil gideceğim memleket. Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava. Nerde gördüklerim? Nerde o beklediğim? Rengi başka, tadı başka." Can YÜCEL

İçimden seni arayıp sana benim için ne kadar özel olduğunu anlatmak geçiyor, ama yapamıyorum. Onüçbuçuk ay önce KHY'i severken seni Ksk-Konak vapurunda arayıp onunla ilgili sorunları ağlayarak anlattığıma köpekler gibi pişman olduğumu haykırmak istiyorum, ama yapamıyorum. Olan oldu sanırım çoktan. Hayat bu. Hiçbi silginin silemeyeceği waterproof mürekkeple, ateşin ve mekaniğin etki edemeyeceği nanoteknolojik bi kağıda yazılıyor her bi hareketimiz, tavrımız, sözümüz. Silmek, yok etmek mümkün değil. Yeterince güçlü olanlar aynı mürekkebi kullanarak bazı kelimelerin, cümlelerin üstünü karalıyor sadece. Ama yazılanlar hala duruyor aslında.

Seni arayıp "Sadece sesini duymak istedim." deyip kapatmak istiyorum. Ama yapamıyorum. Sen böylesi bi oruçtayken, sen en ufak bi ilgiye dahi kucak açmaya hazırken -ama kendine verdiğin sözü tutmak adına kucak açmıyorken-, seni beni arkadaş olarak görmüş ve kabullenmişken, yapamıyorum. Yapamam.

İçimden ne zaman çıkarsın? Dahası, içimden çıkar mısın? Başvurduğum iş ilanlarının Gebze-Kadıköy aralığında olmasına özellikle dikkat ediyorum, seninle aynı evde, değilse de yakında yaşayabilmek, akşamları Elit'e bi kahve içmeye veya meşhur tavukgöğsülerini yemeye çıkabilmek için. Sana yakın olmak istiyorum.

Çektiğin bariyerler çok yüksek değil belki, ama ne kadar çabalarsam çabalayayım o duvarı aşamayacağımı çok iyi biliyorum. Ne kadar yükseğe çıkarsam çıkayım, kat ettiğim yol kadarı önüme eklenecek mutlaka. Arkadaşınım çünkü.

Ah çocuk, ah! "Keşke arkadaş olmasaydık." diyesim geliyor bazı bazı. Keşke ikibuçuk sene önce tanıştığımızda olan bitenin sonrasında öyle havada, öyle askıda kalsaydık. Beni friendzone'a itmene olanak sağlamasaydım keşke. Veya keşke o zaman değil de bundan bi altı ay sonra falan tanışsaydık. Her şey çok daha güzel olabilirdi belki.

Ama yok, her şey olması gerektiği biçimde, gereken zamanda olup bitiyor. İyiden iyiye inandırdım buna kendimi artık, hayatımın bi parçası oldu bu gerçek de. Tıpkı beni arkadaş olarak gördüğün gerçeği gibi.

İstanbul'a gelmeden önce düşünüyordum sürekli, "Acaba ne hissedeceğim onu görünce? Sesinden, fotoğraflarından gördüğüm gibi ışıltılı gözlerle mi bakacak bana? Yoksa ikimiz de 'Kenks naber yea?' deyip direkt muhabbete mi dalacağız?" diye. Muhabbete daldık, flört ettiğim kişiye varana kadar çok şeyi anlattım sana, fotoğraflara varana dek gösterdim. Üstüne de senden etkilendiğimi fark edip sana bunu anlattım. Kendime dışarıdan bakınca hani sen değil, kim olsa beni istemezdi. Ben beni istemezdim misal. "Kafası karışık bu çocuğun, daha öğrenmesi gerekenler var herhalde. Veya hayatındaki öncelikleri belirleyip ona göre gitmesi lazım, hayatını bi düzene oturtması ve ne istediğini açıkça ortaya koyabiliyor olması lazım." derdim, kendim için.

Zamana ihtiyacım var evet, hayatımı bi düzene oturtmam lazım evet. Bunların hepsi olacak. Çabalıyorum kendi çapımda, çünkü bunları değiştirmek benim elimde. Ama keşke kalbin de elimde olsaydı be çocuk. Bugüne kadarki hoyratlar gibi davranmazdım ona, önceden de davranmadığım gibi.

Sana dair pişmanlıklarım var elbette. Öfkeden canını yakacak cümleler kurdum zamanında. Seni sıkacağını bilmeden faşist beylik laflar ettim durdum. Eski sevgilimi anlattım sana zamanında. Öyle pişmanım ki; ne anlatabilirim, ne de anlayabilirsin.

Sana yakın olmayı öyle çok istiyorum ki...

"Tut seninle farklı insanlarız, göz bebeğinde parlayan yıldız. Al, sömür, yut, dünya durur bugün. Hiç bilinmez yarın suçlu kim? Örtük yüzüm, diz çökerken, göster beni aletin doluyken. Dök üstüme sıcak suyunu. Hakkın sende kalsın. Sessizim, bu ses senin. Öldürdün beni Sezar, yaşatmadın, nefes almadım. Bir oda var, hem ufacık, hem gözü görmez, her yerine bağ dolanır sürünürken. Dur dokunma cismim bulaştırır. Bir odam var hiç görmediğin. Baktığın gün söyle açık mı? Baktığın gün söyle açık mı?" Sakin

Healed by Endless Blue on Grooveshark

Pazar, Ocak 01, 2012

Nail Baba! G*tün kocaman Nail Baba!

Slow motion by Mujuice on Grooveshark

Kodumunun şişkosu! 3 numara farkla kaçırdım ufak tefek ikramiyeleri bile. Amorti bile yok! O bile yok! Aşkta da kaybediyorum kumarda da. Loser'ım galiba ben. Kırk kere dersen olurmuş derler ya, "Loser'ım ben aehaeha" diye diye giydirdim kendime bunu da galiba, lanedolsun!

Yılın ilk gününde hiç de iyimser değilim yanına koyayım! Ama yazıcam, gene yazıcam.

Şu dün hazırladığım seyahat planındayım hala ben. Ne umutlarla doldurmuştum takvimimi "Hıı bak Nisan'da şurası güzel olabilir böyle ılık hava falan.", "Cumartesi gecesi şu şehirde olmalıyım ki gay night life'ını görmeliyim bak bak bak.", "Falanca ülkenin yemeklerini çok merak ediyodum zaten, orda toplamda iki hafta geçirip seyahatimin sonunda Türkiye'ye dönünce o hayalimdeki yemekleri yapan yeri de açabilirim belki zengin bi menüyle." diyerek. Olmadı. Lanedolsun ki olmadı!

Elim erdiğince, gücüm yettiğince de CouchSurfer olcaktım bu seyahatimde. Kaldığım eve Türkiye'ye özgü şeyler hediye edicektim, onların mümkünse yerel, değilse ulusal içkilerini tadacaktım. Sıra gece uyumaya geldiğinde onlar yataklarını teklif edecekler, ama ben "Yok cınım, ben tosbağayım bak evimi sırtımda taşıyorum." deyip şıtıfıtıt diye matimi açacak, uyku tulumumun içine kıvrılıp mışıl mışıl uyucaktım. Olmadığ!

Papaz gibi saç-sakal bırakacaktım, her gün yüzlerce fotoğraf çekip o nomad hallerimi facebooktan falan paylaşacaktım. İnsanlar fotoğraflarımın altına "Ohehahe tipe bak." yazıp dalga geçtiklerini sanırken içten içe kıskancaklardı beni. Olmadığ!

İzlanda'ya gidip gayzerlere korka korka yaklaşacaktım. Çalı parçasının ucuna taktığım marshmellowumu közleyecektim sıcak buharda. Alplerde çektiğim fotoğrafımda saçlarım sakallarım birbirine girerken pofuduk montumun ve polar kulaklığımın altından hin hin sırıtıp "Hihiğ bak burdayım." dicektim. O da olmadı!

İskoç eteği giyip püfür püfür estire estire dolaşçaktım sokaklarda. Yeşil-bordo ekoseli atkılarından takıcaktım. Bi huşu içinde tustulum gayda dinlicektim. Olmadığ!

Porto şarabı içerken şişeyi objektife sokarcasına fotoğraflar çektireceğidim. Izgara edilmiş okyanus balığı yicektim. Sıcaktan don bile giymeden dolanacaktım Barcelona sokaklarında. Olmadığ!

Mayer Hawthorne gibi My green eyed love pozlarına gircektim Fransa'da Absinthe içtikten sonra. Hollanda'da Red Light District'te dolanırken sokak ortasındaki pisuarlara işeyen adamlara bakıp kezban kezban şaşıracaktım. Sonra o abiler de beni şaşırtırdı belki, kim bilir. Seks tiyatrolarını gezecektim harıl harıl. Ot içip kafayı bulacaktım. Bifteğimi falan yicektim alengirli soslar eşliğinde. O da olmadı!

İtalya'ya gidip özümü bulacaktım. Zeytinyağı kokusu içinde kırmızı kırmızı çiçeklerin fotoğrafını çekecektim dar sokaklar içinde. Milan'dan kendime bi gardrop dolusu kıyafet satın alıp angaryaya hiç bulaşmadan doğrudan İzmir'deki adresime postalatacaktım, parası neyse vererek! (Para bende diyodum ya hani, öyle işte.) Bolognese soslu al dente spaghettimi orijininde yiyecektim. Olmadığğğ!

Split'te taş gibi Hırvatların arasında güneşlenecektim. Homofobik bi ONS bile edinebilirdim az kassam. Mostar köprüsünün üstüne çıkıp zamanında orda ölmüşlerin ruhuna üç kulhü bi elham okuyup köprüden oraya buraya bakıp fotoğraf çekecektim. Olmadı!

Yunanistan'a geçip bi nevi yine özüme kavuşacaktım. Her yerde zeytin, incir, üzüm, şarap, balık, ouzo, sakız... "Biz sizi denize döktük oluum hihoha" diye gerzek espriler yapanların aslında Türk olmadıklarını, onları her daim dışladığımızı falan söylücektim. Lesbos'a gidip anadan üryan güneşlencektim Antik Yunan Tanrısı modeli erkeklerin arasında. O da olmadı amk o da olmadı!

Nail Baba, get yourself nailed right away! Hayallerime bi yılcık da cevap versen ya, o koca g*tün mü ufalır şiş kebap?

Tamam 40 milyon TL çıkmasaydı hani 10 milyon TL gerçekten bi insanın karakterini bile değiştirebilecek kadar tehlikeli bi para olabilir belki. Ama en azından 1 milyon TL ikramiye vursaydı iki çeyrek biletimden birine. Evimi alır, içini döşer, ailemin kredi borcunu öder, üste kalanını da Avrupa gezim ve eğitimim için harcardım.

Valla yetecekti 250 bin lira.

Nail, g*tün kopsun Nail!