Pazar, Nisan 29, 2012

part time lover

Görsel: Google
Part Time Lover by Stevie Wonder on Grooveshark

Eskiden insanlara "You'll be sorry when I'm dead." bakışı atardım zorda kalınca. Şimdi zorda kaldığımı bile bilmiyorum. Kimseye bi lafım küfüm de yok.

Kendisine açıldıktan sonra "Ne gerekiyosa yaparım ama tedavi olmalısın." diye ağlayan kuzenimle pek görüşmüyorum. Eski bi anımız geldi aklıma. Eve giderken markette dolanıyoruz annesinin istediklerini almak için. "Çikolata alalım." dedi. Bekliyorum ki Toblerone veya hiç olmazsa Nestle Damak falan alalım. Gitti Tansaş'ın dandik markalı çukulatalarından kaptı. "Bari Ülker alsaydık, ehi?" dedim. Eve gider gitmez annesine anlattı gülerek, "Paşamız beğenmiyomuş Tansaş çikoletasını." diye. Napabilirim bebeyims? Cadburylerle büyüdüm, "alıştım artık." Blogumu okuyo olsa gülerdi tırnak içine aldığım ifadeye. Keşke eskisi gibi yakın olabilsek. Özlüyorum kuzenimi bazen. Sonra ettiği bazı laflar geliyo aklıma, susup oturuyorum.

Bugün, yakın zamanda görmediğim kadar yakışıklı adam gördüm. Bi kaç gündür gözüme kestirdiğim iki genç polis vardı, onları yakından gördüm bugün. Görmesem de olurmuş yani uzaktan çok daha fantastik, daha bi güzellermiş meğer. Dolanırken rastladığım 30-35 yaş arası erkeklere ağzımın suyu akabilirdi pekala, ancak istemedim. Baktım, yürüdüm, geçtim.

Efem, yakın zamanda kaleme almak istediğim bi yazı dizisi var: Erkek nasıl olmalı? Konuyu enlemesine boylamasına yatırıp üstüne çıkıp tepinirken şu araştır-geliştir postuna gelen yorumlardan faydalanıcam yer yer. Karnı dümdüz olmamalı bi kere. Odun vücutlu erkek erkek değildir bence. Elini attın mı hafif de olsa bi göbek gelmeli yani. Sikspek benim bildiğim McDonalds'ta falan oluyo, erkeğin karnında ne işi var? Kaslı vitrin oyuncaklarına hayır!

Dizilere taktım kafayı son iki aydır falan. Hepsi aklımda değil şu an, ama ilk sezon ilk bölümden başlayıp güncel bölümüne kadar izlediğim bazı diziler;
Fringe: Doğaüstü olayların FBI ajanı, kanuni bi kaçak ve bi bilim adamı tarafından ele alındığı hoş bi diziydi bi zamanlar, ama son iki sezondur sıçıp sıvıyolar.
Lost: Anlatmaya gerek yok.
Black Mirror: 3 tek bölüm, bilim-kurgu, teknolojinin yaşamı kolaylaştırırken nasıl da çıkmaza soktuğunu anlatıyo. tavsiye ederim.
Californication: Aşık olduğu kadını (=çocuğunun annesi) etkileyemediği için devayı önüne gelen kadının vajinasında arayan bi yazarın hikayesi anlatılıyor.
Misfits: Yıldırım çarpınca doğaüstü güçlere sahip olan gençlerin hikayesi anlatılıyo. Nathan tiplemesi nefes alıcı resmen, şiddetle tavsiye ederim.
Nip/Tuck: İki estetik cerrahın başından geçenlerin anlatıldığı bi dizi. Karakterlerden biri Queer As Folk'taki Brian'ın hetero versiyonu. Müşteridir yeni tanışmıştır demeden önüne gelen kadını baştan çıkarıp yatağa atıyo. İddiaya göre 25 cm çükü varmış ki sonradan ortakları olan latino gıcık bi puşt var, onunki daha da büyükmüş. Hayır nereye sokuyosun o kadarını arkadaşım? 6-7 inchlik pipi neyine yetmiyo? Sinir!
The Big Bang Theory: Aklını bilimle bozmuş bi grup obsesif "nerd"ün komik hikayeleri var burda da. Oldukça eğlenceli. Bi Sheldon Cooper olmak istemezdim yine de. Çok şerefsiz lan! :D
The Walking Dead: Bence başarısız bi zombi senaryosu. Oldum olası sevmem gerçi zombili vampirli vurdulu kırdılı filmleri ama bunun ilk sezonunda biraz heyecan vardı yine.
Supernatural: İlk sezonunu zor bitirdim. Saçma, sıkıcı, bunaltıcı bi dizi bence. Jensen Ackles mide bulandırıcı bi adammış meğersem. O kadar itici ki dizide. 
Six Feet Under: Yaşamsal belgesel niteliğinde, bugüne dek izlemediğime pişmanım, şiddetle tavsiye ederim.
Dexter: Kayışı koparmış bi seri katil en fazla bu kadar sevimli olurdu. Özellikle jenerikte yan yatarken kolundaki sivrisineği öldürüp sevimli sevimli sırıttığı sahne ve t-shirtü giydikten sonraki etkileyici bakışlarının olduğu sahneye Bİ-Tİ-YO-RUM!
Veep: Amerikanyalarda bi yerlerde geçen olaylar anlatılıyo. Henüz ilk bölümü yayınlandı. Denedim, "Eh, fena değil." dedim. Devamını bekliyorum.

Supernatural haricinde bu dizilerin hepsini baştan sona izledim, evet. Peygamber sabrı mı var bende? Yoksa hayatım mı bomboş? Bence ikincisi. Zira ilki çok sıkıcı olurdu. O kadar sabırlı biri olmak istemiyorum ben daha fazla. Çünkü askerde yeterince peygamberlik yaptım, daha fazlasını hak etmiyorum bence.

Aklıma neler neler geliyo yazmak için, ama ya tuvalette oluyorum (bkz: Türk'ün aklına ya kaçarken...), ya dışarıda oluyorum, ya yemekte falan oluyorum, yazamıyorum yani. Yoksa ne fikirler vardı (ah, ah).

Milyoner olmiyim bi de, mutlu olamam ben o kadar parayla. İnsanlığımı kaybederim sanırım. Gerek yok o yüzden. Hayatımı sürdürebileyim, hayatımda bi insan olursa şayet o çalışmak zorunda olmadan ikimizi yaşatabilecek parayı kazanabileyim, bi de üstüne senede bi kere falan yurt dışına tatile gidebiliyosam daha ne isterim? Aaa, bi de hobilerime zaman ayırabilmeliyim tabi.

Yaşasın kahve içmek!

Hadi kaçars ben. Öpürüks cümleten! (Aminiminimini)

Perşembe, Nisan 26, 2012

and

Görsel: Google

01 London Calling by The Clash/London Calling on Grooveshark

Bloga girişlerim seyrekleşti iyice. Ama bi yerlerde okuyanlar vardır, inanıyorum ben.

Son zamanlarda (üç-beş-sekiz aydır falan) çokzel bi depresyondayım, bilindiği üzere. Kendimi eve kapattım son 1,5 aylık zaman diliminde ve hiçbi şey yapasım yok. Hani ölmeye mecalim yok yine.

Son zamanlarda çekip gidesim geliyo sürekli, bu gece gerçekleştirmişim onu rüyamda.

Güya, İngiltere biletimi almışım, basıp gidiyorum valiz falan olmadan, kimseye haber vermeden. Londra'ya ayak basar basmaz "Ama böyle olmaz, kimseyle iletişime geçmedim ben" deyip bi sonraki uçakla geri dönüyorum Türkiye'ye. Eve geliyorum, bi yoğunluk var ama, valizimi hazırlayamıyorum. Çünkü planda valizimi hemen hazırlayıp aynı günkü uçakla Londra'ya dönmek var. Ama bi türlü yürümüyo işler. Ertesi güne sarkıyo yolculuğum. Sonrasını da hatırlamıyorum, uyandım.

Gitmek istiyorum, acilen!