Pazartesi, Aralık 28, 2009

gene mi?

Bi taraftan sıkıldım, bi taraftan da "Ben buyum lan galiba" diyorum kendime. Evet, Eylül ayında birileri için ölüp bitiyodum, Kasım ayı boyunca Mustafa Mustafa diye diye bi kaldım, bi kaç gündür de Ufuk okşuyo kalbimi böööyle :) Sık değişen eşli hayatım ne zaman yerine oturacak acaba? Merakla izliyorum ve bekliyorum.

Ufuk? Hm, aslında yazdan kalma bi merak söz konusu. Birbirimizi göremedik bi türlü, o arada çevrede çıkan bi kaç asılsız ve çirkin söylentiyle birbirimizi yanlış anladık, sonra bi kaç ay hiç görüşmedik, o aralara da işte ikimiz de bi kaç insan sıkıştırdık. Geçen hafta içinde o yanlış anlaşılmalar çözümlendi, tekrar eskisi gibi konuşulmaya başlandı. Bu sefer ben kendimi tutarken o atladı pat diye, çok değil bi kaç gün önce. E hadi bakalım diyorum, diyorum "Bu nereye gidecek acaba?".

Şimdilik MSNlerden, açılan kameralardan, uzun süren telefon konuşmalarından ibaret flörtümüz :) Daha ilerisi de olamaz zaten arada 1207 km'lik mesafe varken. Ha Şubat ayından itibaren ne olur ne biter, hep beraber izleyip görücez sevgili insanlar. Bakalım bu sefer neler olacak? :)

Cuk oturuyor: "Bindik bi alamete gidiyoz kıyamete." 2012 de geliyor zaten. Tüm medeniyet sıfır noktasına dönecek, ben de krep yapmayı öğrendim, artık dışardan ekmek almıyorum, ekmek ihtiyacımı yaptığım kreplerle karşılıyorum. bi de unu elde etmeyi ve ateş yakmayı öğrenirsem hayatta aç kalmam büyük felaketten sonra. Hatta sevdiğim insanları da beslerim bol bol. Tabi bunun için kurtulanlardan olmam lazım. 2012 filmindeki gibi bi gemi olsa keşke de binsek gitsek, di mi? Ne sikindirik bi filmdi o ya. Senaryo sıfır, John Cussack'i daha beter bi role koyamazlardı, izlediğim en berbat performansı. Sonra o ikiz şişko çocuklar, onlar yaşamamalı bile. Petrol zengini arap şeyhleri falan... onları gemiden atıcaksın arkadaşım ne işi var onların? Bilim adamlarını topla, aşçıları topla, zanaatkarları topla... Yeni medeniyetin oluşmasında somut ve faydalı adımlar atabilecek olanları topla! John amca arabayı kullanıyo sözde, hemen arkasından da kırılan fay hattı takip ediyo onu. Araba hiç yalpalamıyo... Hassiktir ordan! Evet filmle ilgili yazmakta çok geç kaldım ama aklıma gelmedi önceden, valla! :) Çalınan paralarımın peşine düşmüştüm. Onu da hala yediremiyorum zaten. Sadece elimi eteğimi çektim, o da sorgulamıyor, sağda solda da konuşamıyor, haliyle, bi zahmet.

Vücudumun belli başlı bölgelerinde olağandışı oluşumlar keşfettim dün. Ne göze, ne de ele hoş geliyor :( Başıma bi iş açması da muhtemel. Sınavlar biter bitmez doktorun yolunu tutmak gerek. Görüntüye bakılırsa pek erken evre de değil gibi sanki ama doktorlar ne diyecekler bakalım.. Umarım "Bugün git yarın gel"e dönmez olay, zira halihazırda yeterince korkmuş, tırsmış, pusmuş durumdayım zaten. Bi de ertelenirse paranoyalarım tavan yapar. Kaldı ki "ya ertelerlerse" diye paranoya yapmaya şimdiden başladım. Yolun sonu iyidir demişti bi keresinde çok yakın bi arkadaşım, hakikaten öyle mi ki? Yolun sonunu hayal ettiğim kadar güzel görebilecek miyim?

Perşembe, Aralık 24, 2009

"ay moralim bozuldoğ"

hiç sorun değil hanımoğlum. feysbuk meymenetsizinden istediğin gibi porno bulup izliyosun. toplam bir saat süren bu seans boyunca minimum üç orgazm yaşıyosun, geçiyo. so simple, isn't it?

Pazar, Aralık 20, 2009

med, pt2

who knows if i learnt how to fly i'll get high?
who knows if there's life after life?
who knows?

wait for me to tell you.
i'm coming with a clue.
wait for me to say,
something's missing but it's true.

Cuma, Aralık 18, 2009

gırtlaktan gelen ses

Sıkıldım ya. Oturmaktan, amaçsız koşturmalardan, arkadaşlarımdan, sözümona sevgilimden (ki kendisi bana göre X[ex değil, x]), eski arkadaşlarımın aynı cepheye çekilmesinden, mevcut arkadaşlarımın vefasızlığından, vefa gösterip arayıp soranların tavsiyelerinden, ailemden, sigaradan, bilgisayardan, facebooktan, blogdan, parfümlerimden, tütsülerimden, yemek yemekten, bulaşık yıkamaktan, evi temizlemekten, cüzdanımdaki boşluğu görmekten, paradan, mumlardan, msnden, arkadaşlığı msnden ibaret olanlardan, manjamden, telefonlardan, elektrikten, aynalardan, diş fırçasından, ışıktan, kitaplardan, temiz havadan, kokuşmuş evlerden, perdelerden, maskelerden, seslerden, müzikten, sanatsal çalışmalardan, mühendislik uygulamalarından, dini olgulardan, pofuduk oyuncaklardan, jelibonlardan, çikolatadan, sessizlikten, kalorifer ve lağım borularından gelen su sesinden, ışıktan, karanlıktan, doğadan, taşlardan, demirden, ahşaptan, plastikten, camdan, aspiratörden, terlikten, çoraptan, dondan, t-shirtten, gömleklerden, pantolondan, ayakkabılardan, masadan, peçeteden... Bıktım!

Gırtlaktan gelen ses? Geğirikti o, "geeeeerk" diye hem de. Evde krema olmadığı için yağsız sütle yumurtayı çırpıp tavada çevrilen makarnanın üstüne dökünce güzel oluyomuş. Ama geğirtiyo işte, "geeerk" diye. Süt kokuyo ama, güzeldi bu.

İş bulmam gerek, acilen! Borçlarım tavan yaptı, yakın zamanda ödeyip kapatabileceğimi hiç ama hiç düşünmüyorum. Hele ki tam bir buçuk aydır cüzdanımdan aşırılan paralardan sonra, hiç!

Karşı cephede neler olup bitiyo acaba? Hmm. İlk tanıştıklarında adım bi kaç sohbete konu olmuştur, eminim. Şimdilerde de dalga geçiyolardır muhtemelen. "Ahaha parasını aldım sonra da telefonlarında bile çıkmadım" ve "Benim tadıp bıraktığım artık adamı kendine sevgili de yaptı oooh" diye.

Hem kafatasımda kocaman bi boşluk var, hem de beynim sığmıyo kafamın içine. Ne bok olacak bakalım. Yine saldım, yine umursamıyo bi taraflarım. Her zamanki gibi yine akışına bıraktım hayatımı. Uçurumlara yakın mıyım ki? Bi düşsem, bi yarılsa kaşım gözüm, bi kırılsa kemiklerim, bi can versem, rahatlar mıyım ki? Hah, rüyamda bile göremem ki ben bunu, götüm yemez. Ölüme karşı korkaklığımdan tüm bunlar geliyo başıma, biliyorum. Umarım bi gün cesaret gelir de, biter her şey. Sevmiyorum kimseyi, hiçbi şeyi. İnanmıyorum kimseye, güvenmiyorum da hiçbirinize. Şimdi tası tarağı toplayıp siktir olup gitmek vaktidir, eyvallah! :)

Pazar, Aralık 06, 2009

geleneksel queenism günü(!)

sevgilimle bir arada olup da kavga etmediğimiz, atışmadığımız, bozuşmadığımız tek pazar günüydü bugün. ha yine bozuldum bazı şeylere, o ayrı. ama beni asıl kızdıran tavırları arkadaşım sergiledi. hayır efendim anlamıyorum, ikinizi de çağırmamışken ortamıma dahil oldunuz ve tanıştınız, sonrasında ortak ilgi alanlarınız çıktı etti derken kanka olup çıktınız. tamam, buna lafım yok. peki ortamda ben hiç yokmuşum gibi davranmanıza ne demeli? bugüne dek hiç ilgilenmediğim konulardan konuşuyosunuz, benim odaklanamayacağımı bile bile, eskaza bi yerinden tutunmaya çalıştığımda da ya lafımı bölüyosunuz, ya da tersleyip geçiyosunuz. her birimiz bi diğeriyle ayrı ayrı görüşse çok daha iyi olacak galiba, çünkü bir aradayken yok sayılmak hiç iyi hissettirmiyor.

evet, sizin ilgilendiğiniz konulara meylim sıfır. evet, tek söylemde anlayamadığım durumlar ve kavramlar oluyor. evet, sizin kadar zeki değilim. evet, sizin kadar sabit de değilim.

geriye dönüp baktığımda kendimde sizi görüyorum nedense. eskiden taşlaşmış algılarım ve fikirlerim vardı. sonra "esneklik" adı altında ezildi hepsi de, işi bilenler tarafından. kişiliğimi, benliğimi oluşturan iki parça olgunun bu yolla yok edildiğini görmek -inanın- herkesten çok beni sıkıyor. kimdim? kim oldum?

birbirinizi gördüğünüzde kendinizden geçip fırsatı bulduğunuzda bana -sözümona- takılmanız (=laf sokmanız) beni delirtiyor. o anda donup kalıyorum, cevap veremiyorum. içten içe kuduruyorum ama.

böyle devam edemeyeceği de çok açık. ikinizin arasındaki bağ ayrı ayrı benle olanlardan çok daha kuvvetli, gayet bariz bu. bi yerlerde kopacak sanırım ya, durun bakalım :)

Pazartesi, Kasım 23, 2009

and now?

Bir çok şeyi değiştiremeyecek kadar yeniyim, biliyorum. Ama keşke değiştirebilecek kadar izin verebilsen bana, keşke bırakabilsen bi kendini; beraber düşsek, beraber ayaklansak.

Sağımdan solumdan bi ses ortaya atılıp "Bak geliyooo" diyo ama ben duymazlıktan geliyorum. Bitişi farketmek istemezmiş ya insan, öyle bi şey sanırım.

Önceden beri zihnima kazınan gelecek resmiyle şu anda şekillenen resim çok farklı. Ne olur ne biter hiç bilmiyorum, umarım güzel olanlar gerçekleşir.

İyi kalalım, birlikte veya ayrı.

Salı, Kasım 10, 2009

.

yanlış bi şeyler var ortada ve ben anlam veremiyorum buna. umarım korktuğum başıma gelmez, umarım!

donuk

yanlışın nerde başladığını bilmiyorum, 33 yıllık geçmiş söz konusu. ama bi yerlerde bi hata olduğu çok açık. vücut kendi dilini kullanmaya başladı artık. çok sert tepkiler ama bunlar, sert ve insanın içini kıyma gibi çeken cinsten.

bunca zamandan sonra bulmuşken birbirimizi, bi hastalık ölümle mi ayıracak ki yollarımızı? bunu kabul edemem ki ben.

iyi ki varsın, hep de var ol!

Pazartesi, Kasım 09, 2009

aşkın sen tadı

tatlı, buruk, şeffaf, bulanık, koyu kıvamlı, su gibi akışkan, oturaklı, zıpır, huzur dolu, kaotik. hem olağan, hem de sıradışı başladı. güzel ama. keşke olgunlaşmaya başlasam. alışma evresi şimdiden çatlak verdi, ama dimdik durup mücadele etmek de istiyorum. çünkü başlarken bazı zorluklarla karşılaşacağımızın farkındaydım. nasıl yapacağımı bilemiyorum ama, bana yemek vermek yerine balık tutmayı öğretsen mesela, ne kadar güzel olur, di mi?

seni sevmek hem kolay, hem de zor. iç dengesini sağlayamamış olmamdan mütevellit, ilişkime de bunu yansıtıyorum. ikimizde de bu durum söz konusu gerçi; tamam, hani sen çok daha fazla farkındalığa sahipsin, ama yine de sende de oturmayan taşlar var ki hayatın gereği bu kadarı da sanırım. ne bileyim? özveri, anlayış, çaba, sevgi, huzur... bana bunların gerçek anlamlarını öğretmeni istiyorum. sevgi ve huzuru biliyorum, sendeki anlamlarını da özümsedim, ama diğer üçünde hala ciddi açıklarım var. elimden tut ki, ayağa kalkıp yürümeyi öğreneyim.

Çarşamba, Kasım 04, 2009

taytıl

"keşke olsaydı" diyorum bi yandan, diğer yandan "olmadığı da iyi mi oldu ne?" diyorum, rezilleşmek istemiyorum aslında. sanırım söylenebilecek en iyi söz "yanlış anlamışım" olur şu durumda. bekleyelim, görelim. di mi?

...

belanın tekinden kurtuldun sonunda, mutluyum. gerçi ne kadar kurtuldun, o da tartışılır. hala bana bile "yardım et, yumuşat onu" diye mesaj atabiliyosa...

insanların çiğlikleri ne fena ya. hele ki geçmiş hatalarınızı o insanın güncel davranışlarında görüyosanız, içinizde nefret uyanıyosa, sonra bu nefret kendi içinizde büyüyüp kendinize dönüyosa of of...

şu an hata olarak gördüklerim o zamanlarda içimden gelenlerdi. hepsi gerçekti. yaşandılar, ve bittiler. bittikleri için de mutluyum.

neyse ki yanıldım yine, kendimi daha kolay vazgeçirebilirim başlangıç seviyesinde yüzen olmayası bi ihtimalden. asıl bu yüzden mutluyum. arkadaşız! (-:

Pazartesi, Kasım 02, 2009

ortaya karışık bi porsiyon kaos lütfen

kimin eli kimin cebinde?

kimin kalbi kimde kaldı?

kim kiminle oyalanıyo?

kim kimi seviyo?

Çor var hanııım! :)

Birileri önce iş verdi, sonra aklımı çeldi; kalbimi çaldı. Alıktırdım da korkarım ki. Bekleyelim, görelim :)

Cuma, Ekim 30, 2009

rüzgara karşı 60 metre

sidik yarışında son nokta! madilikte sınırlar aşıldı! nasıl bi kaygıya giriliyorsa artık, beni bi bastırma çabaları falan. aşağılamalar, emirler yağdırmalar, çıtkırıldımlıklar, mıymıntılıklar... benim tanıdığım arkadaşım bu değildi. mesafe koymak için böylesi terbiyesiz bi yola hiç gerek yoktu; beni karşısına alıp "seni görmek istemiyorum" dese karşı çıkacak değildim zaten son zamanlardaki tavırlardan sonra. her neyse, ben bi daha görmek istemiyorum ama :)

Çarşamba, Ekim 28, 2009

Sorunun özü

Tekrar bir zehir zemberek yazı ile karşındayım can ciğer, yine içimde barındıramadıklarımı kusucam monitörüne. Hazzzır mısssııın? :)

Efenim, intihar temalı bi şeyler karalamıştım çok kısa süre önce. Gönderilen mesaj "bi ayrılığı daha kaldıramıcam" diye başlıyodu okuduysanız ve hatırlıyosanız. Bugüne dek başımızdan ne ayrılıklar, ne sevip de kavuşamamaklar geçti; bi geri, içimize dönüp hatırlayalım, yüzleşelim bi kez daha. Neler neler yapmak istedik o anlarda. Bi kısmını içimizde tuttuk, önünü kestik, bi kısmıysa kendimizi aşıp egomuzu beslerken nefret uyandırdı karşı taraflarda bi yerlerde. Ne insanlar soktuk hayatlarımıza, nicelerini tekme-tokat attık yaşamımızdan. Kıçımıza tekmeyi bastıklarında "ama seviyodum ben böğ" diye zırladık yeri geldi, yeri geldi "olması gereken buydu tabi ehu uhu" diye kolpa kıkırdamalarla egolarımızı parlattık yine.

İçimize dönelim hanımlar, hanımkızanlar, efendiler: Sevdik mi? Yoksa boşlukta ilerlerken gördüğümüz ilk başka bi düşen toprak kütlesinden fırlamış köke mi tutunduk?

"Ama ben onun için bıt bıt bıt yaptım."
Geçelim efendim. İçinden gelerek yapmış olsaydın böyle lafını etmezdin zaten, evet, bu düpedüz başa kakmak. Kocan dile getirdiğinde "yok diil, böğ" yapıyosun ama apaçık boğuyosun adamı. Taş olsa çatlardı şu geçen on gün içinde. Tutuyorum kendimi, "çok hatalısın xyz" diyemiyorum arkadaşıma. Arkadaşım olmasından öte, kaldıramayacağını iyi biliyorum. Sonra bana odaklanıp üstüme oynucak, canım sıkılcak, çirkefleşicem. Hiç gerek yok. :)

Ha şu intihar olayından sonra hayatımın hangi kısmında yer alabilir bu xyz kişisi, bilmiyorum. Uzunca bi süre görüşmek istemiyorum ama. Yüz yüze gelirsek içimde ne varsa kusçam çünkü biliyom bunu. "Kendi yaptıklarını paso adamın yüzüne vuruyodun, kaldı ki bi şeyler yaptığını sanıyodun ama yaptığın hiçbi şey yoktu. Asıl kendini zorlayan kocandı, mevcut konumunu, hayata karşı duruşunu, algılarını, çabalarını törpüleyip senin istediğin biçime yaklaştırmaya çalışan kişi kocandı; sen değil! Üstelik bi günden bi güne lafını bile etmedi bunların, senin farkedip anlamanı bekledi sadece." diye hönkürücem, çok iyi biliyorum.

Ha bana ne mi? Efenim hemen her kavgalarına şahit ediliyosanız, "bilir kişi" sıfatını hiç istemeseniz bile size yüklemeye kalkıyolarsa, arkadaşınız kişisi olan biteni (including yatak hadiseleri) gelip anlatıyosa, o noktada nasıl susabilirsiniz?

Başından beri kestirebiliyodum bu isterik hallerini arkadaşımın, ama çözümü bu değil. Sürekli kendini tutması için telkinde bulunuyodum, belki düzelir umuduyla. Ama bu intihar vakası ve hemen öncesindeki aptallıkları bardağı taşırdı. Sevgilisini aramadım bile. Arasam büyük ihtimalle gelmeyecekti de zaten, o kadar bıktırdı adamı. Ve evet, ayrılmalarını istiyorum, en başta kendim için, çünkü taşıyamıyorum artık bu gereksiz yükü. Sonra sevgilisinin hayatının kaldığı düzene kolaylıkla devam edebilmesi için. Bizimkinin de yalnız kalmaya ihtiyacı var. Zira istanbulu bırakıp antebe taşınmasının sebebi "kendiyle yüzleşmek" idi, öyle söylemişti zamanında. Ama ben yüzleşmeye, farkındalığa dair hiçbi değişim ve gelişim göremiyorum. Yazık sadece. Hani başından beri dahil olmamaya çalıştım, etkilemek istemedim kimseyi, ama bu kadarı harbiden fazla. Ayrılsınlar da kurtulsun herkes. Bi kaç saat içinde sevgili sıfatına sahip adamla buluşcam, hala kararsızım "arkadaşımı terket" veya "arkadaşımın seni terketmesini sağla" demek konusunda.

Bıktım ama.

Diğer taraftan kendime bakıyorum, evet uzun süreli, sabit, oturmuş bi ilişkiden bahsediyorum çoğu zaman. Ama hala içimde bi açlık var ve bunu gidermem gerek. Hayatımın erkeğini bulsam bile içimde kalanları gerçekleştirebilmek adına yıpratıcam karşımdakini de.

Gay night life'a hala doymadım, yeah!

Bok yediğinden başı ağrır bazılarının...



Yıkılmaz dağ mıyım ulan ben? Veya birilerine hayat ağır geldiğinde, yaşama dair her bi boklarını emanet edebilecekleri biri miyim? Bunun sorumluluğu altında nasıl ezileceğimin farkında değiller mi? Canı sıkılan ecza dolabındaki tüm hapları yutup ondan sonra ya yan duvarı yumruklayıp beni yanına çağırsın, ya da "bi ayrılığı daha kaldıramıcam, x'e onu çok sevdiğimi söylersin. yarın son kez vedalaşıcaz. arkadaşlarıma da onları çok sevdiğimi söyle." diye mesaj atıp benim kurtarmamı mı bekliyo? Nedir bu? Nasıl bi çocukluktur?

Ölüme karşı bu kadar soğukkanlıysan, bu kadar cesaretliysen, sevdiklerine bi mektup bırakıp da siktir olup gidebilirsin pek ala. Bana haber verip "ölmek istiyorum ama beni kurtarmalısın da" da ne oluyo? Hayatını olduğu gibi vicdanıma teslim etmek ne demek?

Saatler boyu uykusuzluk, yıpranmış sinirler, sitedekilere rezil olmak (evet, polis geldi, ambulans geldi, bi koşuşturma falan), üstüne bi de "ben hiçbi yere gelmiyorum" diye bas bas bağırıp rezilliği sonsuza yakınsatmak. İntihar etmeyi bu kadar kafana koyduysan paşa paşa ilaçlarını alıp git uyu. Veya çık terasa, atla aşağı. Götün yiyosa.

Evet, ben de defalarca intihar girişimine yeltendim. Ama hepsinde de kocaman mektuplar yazdım. Mektubu bi kere daha okuyunca yapamayacağımı anlayıp oturdum kıçımın üstüne. Olan biten boku yiyip ondan sonra sağa sola mesaj atmayı veya birilerini aramayı hiç mi hiç düşünmedim, çünkü o durumda kurtarılacağımı biliyorum.

Aldığı da ilaç olsa hani, hastahaneye gittikten sonra öğreniyorum ki bünyesine katıştırdığı altı üstü on tablet parasetamolle on tablet anti-depresan. Bi kaç gün uyutur sadece, ne ölümü :) Bu konuda hayranlık duyduğum insan Tolgadır sevgili okurlarım. Adam o kadar kafaya koymuş ki yaşamayı bırakmayı, odasına gittiğimde elinde kör bi bıçaklar karnını zorluyodu "girmiyo bu ya" diye. Masasına baktığımda bi kırk tablet antidepresan, on beş tablet antibiyotik, bi kırk kadar da parasetamol ve öksürük hapı karışımının blisterlerini görmüştüm. Ambulans gelene dek adamı tuvalette kusturmaya çalışırken herif kollarımın arasında yığılıp kalmıştı. İntihar buydu aslında. Öyle aperatif tadında bi kaç hap alıp "ben ilaçları içtim, ölcem" diye beklemek değil. :)

Önemli bi ricam olacak: İntihar edecekler; lütfen son anda beni aramayın! Benim de bi hayatım var, verdiğim sözler ve yerine getirmem gereken sorumluluklarım var. Gecemi gündüzümü zehir etmeyeyse hiç mi hiç hakkınız yok, söz konusu hayatınız olsa bile. Zira siz onu gözden çıkardıktan sonra benim gelip magicman'i oynamamı beklemek gibi bi lüksünüz olmadığını anlayın, lütfen!

Bi boku yiyosan sıkıntısını çekeceksin, baş ağrısıyla yüzleşeceksin.

Pazartesi, Ekim 19, 2009

manjam'den bi kuple

Bunun gibi profil yazılarını okurken çok eğlenirdim eskiden, ancak yazma ihtiyacı hissettim. O kadar iyi anlıyorum ki şimdi sizleri değerli teddy bearlerim, sevimli twinklerim, gaddar mazohistlerim, afiyeti yerinde scat fetişistlerim, kafatasında beyin yerine karnıbahar salatası taşıyan ve altına sıçtığı için annesinden tokat yimiş gibi bakan "sıç-tım" ifadeli emolarım. Said I'm sorry ma-ma!

Rahat bi insanım, o yüzden rahat insanlarla konuşmayı yeğlerim. Egolarınızdan arınıp gelin, olur mu? Bende de ego yaratmak için yer aramayın, gözünüzü seveyim!

Herkes sıkılmış, herkes bıkmış bi şeylerin peşinde koşturmaktan. Benim hayatım güllük gülistan zaten apierdole! Akşam bi porsiyon pasif twink yiyorum, sabah içimde uncut double kabak dolmasıyla uyanıyorum. Hormonlu çilek gibi büyük testislerim var hatta! Grrr! E hadi o zaman sevişelim mi? Yok öyle. Hoşuma gidersen! =)

Sitede kimle tanıştıysam farklılık peşinde. Farklı olayım da gıyyyk diye osurarak bile olsa sorun değil. Oysa kimsenin kendine bile itiraf edemediği su götürmez bi gerçek ortada; herkes aynı. Ben de. Farklı olmak için, fark yaratmak için hiçbir çabam ve isteğim yok ve bu durumdan da çok mutluyum. Sıradan biriyim, sıradan şeyler yaşıyorum. Bugüne dek hangi tip mutluluk yaşadıysam, ne denli acı çektiysem, başkaları da aynılarını yaşadı. Büyük resimde her şey var, yeter ki biraz görmek için çaba olsun. =)

Herkeste bir namus, aman tanrım! Bilmeyen de açılmadan iade sanır! Kimi kandırıyoruz yahu? Canı isteyen herkes canının istediğiyle canının çektiğini yapıyor. Anlaşıldığında ya da dile getirildiğinde mi tükaka oluyor? Nesinden utanılıyor? Kimden korkuluyor? Dünyevi bi istek, dünya üzerinde göz görür el tutarken de ihtiyaç gideriliyor, basit anlamda. =) Yeter ki ruhlar orospu, oynak, yanar-döner, tutarsız, amaçsız olmasın; varsın bıllık bıllık basurlarınız, tontik tontik syphillisleriniz olsun! LoL

İyi biriyim. Korkma, kimseyi ısırmadım bugüne dek. =) Ama bi de her şeyin bi ilki vardır derler... Bilinmez! =)

Tüm yazdıklarıma rağmen; herkese yetecek bi ben var. =) Ancak, insanlarla ve insanların yarattıkları olaylarla uğraşmak durumunda bırakılmaktan çok sıkıldım. Beware, please! Yoksa ısırırım! =)

Gitmeden önce;
Pişman mıyım? Asla! Güzelleştim yasla.

Ka ka! Ki ki ki ki!

Czesc!

PS: Jestem lekka jak ptak.

Perşembe, Ekim 15, 2009

pre-kuşluk postası

bu leyla halimi hiçbi kimyasala borçlu değilim, bugünlerin doğal hali bu. bi o konudan, bi bu konudan derken nerden nereye girip çıktığımı, neye parmak bastığımı ben de bilemez oldum. mütemadiyen saçmalıyorum, sanırım. ilgi bekliyorum çevremden, yeni insanlardan, insanlardan.

uykum geldi di mi? uyuyim o zaman ben. iyi kalsın herkes, her şey iyi olsun, lütfen! =)

Çarşamba, Ekim 07, 2009

aklımın oyunu

sıkıldım. ne yaşadığımı ve en kötüsü ne için yaşadığımı bile bilmiyorum. amaçsızca ordan oraya gidip geliyorum, yeni insanlarla tanışıyorum, eski arkadaşlarımla buluşup kahkahalar atıyorum. ama ne yaptığımı gerçekten bilmiyorum. nereye gidiyorum acaba bu biçimde?

nereye varacak ki bu durum? sapır saçma geliyo her şey, hayatıma dışarıdan bi bakmaya kalktığımda. yaptıklarım, söylediklerim, güldüklerim, üzüldüklerim, toptan dengesiz, anlamsız, biçimsiz, gereksiz. intihar etmeye bile cesaretim yok, ne yazık ki. bakalım :) her zaman çektiğim geyik; kısmet! :)

Salı, Eylül 29, 2009

Om

Smolik (Andrzej Smolik) adlı amcayla eski erkek arkadaşım sayesinde ve bu parçayla tanışmıştım. Bi hayli çekici gelmişti müziği. Sonra albümlerinden edinmeye başladım, bugün Smolik benim için önemli ve ciddi bi müzikal marka. Dayının el attığı her hangi bir yapıta gözüm kapalı teslimim.

Emmimizin bir çok şarkısında sesiyle harikalar yaratan isimse Mika (Mika Urbaniak).

Bu Polaklar "Almanlar ebemizi sikti, Ruslar dalağımızı deşti" derken ne gibi kazançlar elde ettiklerini gözden kaçırıyolar sanırım. Smolik, Mika, Maria Peszek, Danuta Szaflarska, Dorota Kedzierzawska, Krzysztof Kieslowski, Edyta Górniak benim eserleriyle tanışma fırsatı bulduklarım sadece. Hepsinin de sanat anlayışına hayranım! Polakların kendi içlerindeki sanat anlayışına da hayranım. Otu çöpü kullanarak post-modern harikalar yaratabilmek adamların kanında var sanırım. Daha benim tanımadığım niceleri... Değerini bilin len! :P

Uzatmayalım, Leh diyarında dinlediğim ilk yerli yapıt, Om. YouTube kutusu da aşağıda, sözleri de, Rapidshare linki de. Alacağınız tatları çok merak ediyorum =)




More than that,
I loved this bell,
You're the rhythm.

Take control,
What you are,
It's your freedom.

You sucked our core,
I don't love you no more,
I thought that things were different,
You fucking cared, but now I see the bus,
The way it should had been back then was different
You've been so high almighty, don't be so efficient

Again?
You sucked our core,
I don't love you no more,
I thought that things were different,
You fucking cared, but now I see the bus,
The way it should had been back then was different
You've been so high almighty, don't be so efficient

Thinking?
You so fly and intelligent when you had a speeding princess
Are in your gent
But time is mighty well spent now that, now that, now that,
Now that, he had learnt?

Om, mp3


PS: Efenim katkılarından dolayı sevgili taklidim çakma Tuala'ya teşekkürü borç bilir, gözlerinden öperken videoyu damardan boca etmesini dilerim :)

Pazartesi, Eylül 28, 2009

canım seninle olmak istiyor

hayatımın en kısa, en mesafeli, en güzel, en yaralayıcı mutluluğu da bitti. cayır cayır yanıyo içim.

elimizi kolumuzu bağlayan herkese/her şeye lanet ediyorum.

bu bitişin geldiğinin iyiden iyiye ayırdındaydım ama kimsenin içi elvermiyodu konuyu açmaya, kimse kıyamıyodu.

bugüne dek hep yaptığım yola başvurdum yine; eşeledim, tırtıkladım, açığa çıkmasını sağladım. bitti. bitmesini hiç istemiyoken bitti. yazık oldu, kalbime de, kalbine de, bize de. ona kızamam da, onun suçu yok ki. ben de kötü bi şey yapmadım. ama acısını ikimiz çekiyoruz ve sonuç olarak tekrar bitti. daha kesin ve keskin bi bitişti bu seferki. yazık oldu ama. yok yere tükendik.

özür dilerim, ama hala çok seviyorum seni. bana ezber bozdurandın. bugüne dek, senden önce neyin nutkunu çektiysem geri çevirip yüzüme tokat gibi inmesini sağladın ve ben bunları severek karşıladım.

yaşadığımız hiçbi şeyden pişman değilim. acısı bu kadar sert ve ağır olsa da çok güzeldi, her şey, sen, ben.

on üç günde yoktan var ettik, şimdi silmek için mi çabalıcaz? benim seni ve yaşananları silmek için ne cesaretim var, ne de bunu yapabilmeyi isterim.

çok iyiydik, daha da iyi olabilirdik.

söylenecek her şey biraz daha deşiyo galiba ikimizi de. çözümse eğer susmak, sessizlik, iletişimsizlik... ben yapamam ki!

bitmesin. bitmeseydi keşke. ama bitti, son kez, derinden. içimde kalıntıların oluşması için canımı yakanın sen olması gerekir ama. ki bu doğru değil. hala içimdesin, kalbimin çepeçevre sarıp sarmalayansın.

bitmeseydi keşke, hayatımın erkeği.

Cumartesi, Eylül 26, 2009

Straight to number one - 24 going on 42

Bugün benim doğum günüm. Facebook duvarıma yazılan bir kaç mesaj, MSN'den gönderilen iki satırlık iletiler ve telefonuma gelen üç, bilemedin dört aramadan ibaret kutla(n)mam. İki hafta öncesinden milleti ayarlamaya çalışma girişimlerim, üç gündür yaptığım onca hazırlık bir hiç içinmiş sanırım. Birinin işi var, birinin misafiri var, birinin babasıyla sorunları devam ediyo, bi diğeri İzmir'de, biri İstanbul'da, biri Ankara'da, biri İsveç'te, biri Urfa'da, biri Eskişehir'de, geri kalanın bi kısmı anasının amında, sona kalanlar da cehennemin dibinde, sanırım.

Şubat'ta Antep'ten ayrılırken bu kadar da kopuk değildik kimseyle. Dost olduğumuzu sanıyordum. Sanıyordum; çünkü hiç görüşmeden, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, bir sonraki buluşmada/iletişimde sanki daha beş dakika önce ayrılınmış gibi kaynaşılırdı benim bildiğim. Hep öyleydi. Dostluğun anlamı değişti de ben mi bilmiyorum? Ya da ben mi geride kaldım?

Evet, koydu. Pis koydu hem de. Mesele doğum günümün kutlanıp kutlanmaması değil. Doğum günümün bugün olması sadece tesadüf, ve içip eğlenmek için bi sebep. Benim asıl istediğim sevdiğim ve özlediğim insanları etrafımda, bir arada görebilmekti. Öyle pasta veya hediye istemiyodum kesinlikle; çocuk değilim, mum üfleyerek pembe hayallere kapılacak kadar ufak değilim artık. Teşekkürler herkese, şu büyük resmin daha da büyüdüğünü gösterdikleri için.

Bitme yolunda ilerleyen ilişkiler 10dan başlayıp zamana bağlı olarak sıfıra insin, varsayalım ki. Bunu yavaş yavaş yapmaktansa niye hemen 1e veya sıfıra geçmiyoruz ki?

Cumartesi, Eylül 19, 2009

Mushaboom, mushaboom.

Kendimden uzaklaşmaya başladım. Çünkü aynadaki görüntüm bile daha güzel, o çok daha gerçek.

Düşünmek yaramıyor bana. Düşünmemek için yalnız kalmamam gerek, uğraşacak bi şey bulamıyosam bile birinin bana zorla bi şeyler yaptırması gerek; tabi burda ciddi bi ayrım da doğuyor. Kimse zorla bi şey yaptıramaz bana. Ancak tatlı dille aldatılmam gerek. Her seferinde aldatılmanın farkında olsam da böyle çalışıyor mekanizmam.

Kendimi de niye anlatıyosam durduk yerde? Saçma. Çok saçma hem de.

Pazar, Eylül 13, 2009

Altın defterdeki gümüş yaprak

Sabahın sekizinde, gözünü kırpmadan mal mal bilgisayar ekranına bakakalmak nasıl bi hismiş, unutmuştum sahi. Mesafeye rağmen güzel geceydi. İçten içe mutlu oldum. Hala mutluyum; hafif bi sarhoşlukla beraber. Ama alkol almadım.

Kimisi "Ayy gerçekten miii?", kimisi "E umarım hadi bu sefer abağğm." dicek; kimisi "Rahat dur demedim mi ben sana?!", veya "Yapma demiştim ama, aferin!" diye çemkirecek bana. Mutluyum ama be. Başlar mı, başlarsa sürer mi, sürerse ne kadar sürer, nereye kadar sürer, hiç bilmiyorum. Ama mutluyum.

Açılırkenki amacım sadece rahatlamaktı; hani "söyleriz" de rahatlarız ya, öyle bi şey. Karşımdaki insandan herhangi bi beklentim yoktu. İyi de oldu. Keşke mesafeler olmasa... Sadece şu an için değil, gelecekte de mesafeler olacak. Uzun uzun yollar olacak. Uzayacak hatta bu yollar. Bi gün gelir de biz olursak biz de uzaklığa parallel uzayacak mıyız yoksa orta yerimizden kopacak mıyız? Düşünmek için çok erken aslında. Fol var ama yumurta yok. E ama bunu ben düşünmezsem, ben dert edinmezsem kim el atacak? Nerde kalır sonra "ruh hastası" kavramı? :)

Uzun zamandır süregelen boşluğa rağmen hala kendimde olduğumun bilincindeyim. Bu sürece geçmişe kısmına geri dönüp baktığımda söylemediklerim ve yapmadıklarım için hata görüyorum kendimde. Kendimi yetersiz ifade etmişim.

Geleceğe bakıp umutlanmak istiyorum, hatta doğal bi dürtü var da içimde. Zaman zaman kendimi hayaller kurarken yakalasam da kontrol altına da alabiliyorum beynimi. Ama ne bileyim işte mutluyum şu an, çok hem de. Bunca kısıta rağmen tadına varıyorum.

Henüz sevgilim olduğunu bilmese de sevgilime...

Pazar, Ağustos 23, 2009

Sümüklü beynin sıçtıkları

Ağzım açık ayran budalası gibi kilitlenip kalıyorum bilgisayar ekranına. Diziler izliyorum, filmler izliyorum, klipler izliyorum, porno izleyip 31 çekiyorum. Hell yeah I do! Erkeğim galiba! (Uh-oh!)

Dışarıda akıp giden hayatı umursamayıp kendimi eve kapatmamı, kafama eseni, canımın çektiğini yapabilecek kadar kendimi özgür hissetmemi takdir eden ve sırf bu yüzden beni kendi hayatlarında özel bi yere koyan canım arkadaşlarım; hala öğrenciyim! Mezuniyet fobisi bitsin, diploma günü gelsin, bi iş aramaya başlayayım, acaba eser kalacak mı halimden? Veya o diplomayı yepyeni bi dildoyla değiştirip kaldığım yerden devam mı edicem hayatıma? Immh, sanmıyorum. Para lazım. Şimdiden düşünmeye başladım "Ben nasıl para kazanıcam bu halimle?" diye. Halimin nesi mi var? Altı yıldır okuyor gibi yaptığım bölümüme dair hiçbi bok bilmiyorum; bi kaç Simplex ve LP dışında. Ha tabi Forecasting'in hakkını yememek lazım. Ee? Mezun oldum diyelim, n'olcam ben? Aa, yok, o dedikleri mühendis ben değilim. En azından, küçüklüğümden beri kafamda canlanan mühendis ben değilim. Bütünüyle ayrı iki profiliz: Kafamdaki mühendis hafif göbekli, aile babası, iyi bi geliri olan, güzel konuşan, SW arabaya binen böyle sabit, inek bi tip. Ben? Spor yapmayan, prensini aramayı bırakmış, okulunu iki buçuk yıl uzatmış (dünyanın sonu değil evet ama iki buçuk yılda kazanabileceklerimi nasıl ve kimden çalabilirim şu durumda?), gayet göbekli, para kazanmayı bilmediğinden değerini de henüz anlayamamış (büyüklerin deyimiyle har vurup harman savuran), ailesine açılamamış, bi kesime göre zamanını boşa harcayan-boş yaşayan, başladığı hiçbi ilişkisinde dikiş tutturamayan, başlamadıklarını da kestirip atan, maymun iştahlı, tembel, ama çok tembel, üşengeç, İngilizce seven, hayvansever, gökkuşağı delisi, dünya üzerinde hala bi yerde adalet olduğuna inanan, kırılgan-narin, içiyle uyuşmayacak ölçüde kocaman bi insanım. Çok uzun oldu di mi? :) Dürüst olmaya çalıştım ama mutlaka ki unuttuklarım vardır. (Tanıyanlar bilenler eklerse sevinirim.)

Hmm, konu gitgide derinleşiyor! Nedir kendimle alıp veremediğim? Klasik ve popüler bi yoldan gidelim, çocukluğuma inelim :)

3-4 yaşlarındaydım -hala hatırlarım-, erkekler sokakta arabalarıyla oynayadursun, ben evde peluş ayımla oynarken o zamanlar kabuklu olan (oh God, keşke öyle kalsaydı) pipimdeki değişimleri farkediyorum ve adının ereksiyon olduğunu bilmiyorum. Ve bu nedense sadece o zamanki damak zevkimle hoşuma giden mahalledeki erkek arkadaşlarımı hatırlayınca oluyor.

Herkes sokağa çıkıp üstü başı boka batana dek eğlenirken ben "Ay üstüm kirlencek!" endişesiyle adımımı atmıyorum. Ana sınıfına kayıt ettiriliyorum, "Annem olmadan ağlıcaam geliyo ama öğretmeniiim!" diyorum ve kazara koluma falan değen her hangi bir sınıf arkadaşıma "Dokunma bana, pissin sen!" diye çemkiriyorum. Uyumsuzluğum çocukluğumdan belliymiş; o zamanlar da tek çocuktum, tıpkı şimdiki gibi. (Yalnızlık tutkusu, megalomanya)

Erkekler topa ve arabaya düşkün olurken ben evcilik oynamak istiyorum, kız arkadaşlarımla kötünün iyisi denebilecek düzeyde ilişkiler kuruyorum. Renkli şeyler o zamanlarda bile dikkatimi çekiyor. (Flaggy faggy!)

Sorumluluk almak istemiyorum hiçbir aşamada. Sınıf başkanlığı görevi veriliyor, kaybetmek için elimden geleni yapıyorum ve başarılı da oluyorum. "Falanca sınavından şu kadar puan alırsan şunu şunu alıcaz sana." diye söz verildiğinde sınavın sonucuna bakmaksızın istediğimi aldırıyorum, hem de çoğu zaman birden fazla. (Maymun iştahlılık)

What else?

23 Ağustos 2009


Tamamlamaya götüm yemedi, böyle... Yerseniz! :)

13 Eylül 2009

Cumartesi, Ağustos 15, 2009

Kahrol düşman, al sana bomba!

Fonda "heroine" çaladursun, perküsyonları beyin zarlarımda titretiyolar sanki
15 Ağustos 2009

Spontane, enstantane, tane tane

Yeni doğan bıcırım, yeğenimin fotoğraflarına baktım uzun uzun, geri sarıp videolarını izledim defalarca. Henüz buruşuk, yeni doğmuşluğun, tazeliğin getirdiği garip ve pamukluğuna münhasır şeker pembesi lekeler, yarı kel kafa, nohut burun, dünyadan on iki yıl önce göç etmiş dededen çalınan sivri üst dudak, çattığında belli olan sarı tüyler-kaşlar, kar taneleriyle, kan boncuklarıyla süslenmiş yanaklar... İki insanın şehvetinden böyle bi canlı meydana gelebilir miydi? Canım bebek çekti!

"Suntan" videosunu izlerken Monaco arka planında gözüken şuh ablayı da canım çekti. Eğilimim değişmiyor, hayır; sadece farklılık arayışına girdim, sanırım.

Canım çekiyor de çekmesine, ya can yanıklarım? Sabahın erken saatlerini okuyarak "harcadığım" bir kaç densiz blogda bıraktığım 'kendim'lerim? Yazıların yayın tarihi de öyle denk getirilmiş ki, hayatımın son iki yılındaki kilometre taşlarının tarihleri. Sahi, iki yıl önce... Neydim ben? Kimdim? Geceleri gündüzlere kalp yaşıyla bağlayan, iki olması mümkün olmayan bir 1 idim. Yılgındım. İlk gördüğüme tutunacaktım. Hayatımın en önemlilerinden Şule'm vardı o zaman yanımda. Tutunmaya başladığım bir çoğu gibi o da gitti, gitmesi gerekti, gittiği iyi oldu; kendisi için. Murathan Mungan'ın sevdiğim sözlerinden birini hayatıma kazımam da o günlere dayanır;

"Kimdi giden, kimdi kalan?
Aslında giden değil,
Kalandır terk eden."

Basit! Geciktirilmiş mezuniyet, geç kalınmış hayat, iki yaprak bahane arasına saklanıp savuşturulmuş hatalardı kalışım, terk edişim, terk edilişim.

Nereye bağlayacağım? Hmm, bilmem. :) Bu saatte içi çomakla kurcalanmış yosun dolu beynimden bunlar çıkıyor. Pislikler ne zaman çöker? Sular ne zaman durulur? Kim gelir o suyu içer?

Gidenler gide dursun, kalan sağlar -şayet varlarsa- bize yüzünü dönsün. Fazla suskun kaldım bu ara. Kelimelerim ne boğazıma sığıyor, ne kalemime, ne de klavyeme. Yakın zamanda kusacağım. Anneee!!!

Post Scriptum: Özledim, demirini başıma saplamış demirbaş gemim!

Çarşamba, Ağustos 12, 2009

Kabak çiçeği

Açıldık! Bir kaç yıl süren uzunca aradan sonra tekrar açıldık. Yayını blogger'a, yapımı emeklerime ait. Ancak tekrar yazmaya karar vermemin sebebini hala bulamıyorum. Yazmaya dönmek istedim. Hepsi bu. :)

Farkettim ki, yazdıkça atıyorum zehrimi. Yazdıkça soğutuyorum gündelik ve global olaylardan kızgınlaşan içimi. İlk gönderimin bu kadar kısa olmamasını umuyordum, ancak yazılması gerekenler bir araya gelip de beni köşeye kıstırmadıkça kelimeler beynimde gömülü kalıyor.

Ciao, for now!