Cumartesi, Aralık 31, 2011

Mutlu yıllar

Geçtiğimiz yıl içinde neler neler yapmadık ki? Komşunun zırlayan ve susmak bilmeyen çocuğuna doğru dönüp pırtlamadık mı, efendime söyleyeyim belediye otobüsünde bağıra bağıra konuşan menopozun eteğine çiğnediğimiz sakızı o yaz sıcağında yapıştırmadığımız mı kaldı, yoksa sevgilimize asılan o meymenetsizin yanına gidip saçını başını yolmadığımız mı? Hiçbiri olmadı amk! 2011'de başımdan iki ilişki, iki de flirt geçti ve ben şaşırtıcı biçimde enkazlara oynamıyorum. Askerliğimi yaptım ki korkulu rüyaydı benim için gitmeden önce. Korktuğum kadar da varmış hani, aradan çıktığına yatıp kalkıp şükrediyorum.

Bok gibi bi yıldı 2011. BOK GİBİ! Açık ve net. Başıma gelen güzel şeyler parmakla sayılır cinsten. Bu yüzden 2012'nin bal-kaymak gibi geçmesini diliyorum, elimden bu geliyor. Kimse beni mimlemedi ama yeni yıl için dileklerimi sıralayayım:

Mutluluk: Kendimi tamamlayıp kalbimi ellerine bırakabileceğim erkeği bulmalıyım.
Kendimi tamamlamak: Daha çok okumalı, daha çok yazmalı, daha çok sosyalleşmeli, daha çok susmalıyım. Evimi kurmalıyım her şeyden önce. Hayatım ardından gelecek nasılsa.
Ev kurmak: İşe girmeliyim.
İş: Para lazım amk.

İçler dışlar çarpımı yaparsak, mutlu olmam için para lazım gibi bi sonuca varmak da mümkün ne yazık ki. Hani iki tane çeyrek bilet aldım, nolur sanki birine 10 milyon TL çıksa? Söz, bugüne kadar blogumu takibe almış herkese güzel hediyeler alıcam. Veya hayallerini gerçekleştirebilmen adına sana 10 bin TL bile verebilirim, yeter ki o para bi çıksın bana!

2012, herkese kıymetini bileceği güzellikleri getirir umarım. Yılın son dileği de budur:

Cuma, Aralık 30, 2011

bazen ilginç şeyler olabiliyöreröre

Eski sevgilimin ben askerdeyken beni defalarca aldattığı iddiasıyla kapıma gelen bi insan var a dostlar, insandan öte! Ciddiye alıp eski sevgilimi sorguya mı çekmeliyim? Yoksa ajdavari cool adam olup yoluma devam mı etmeliyim? Aldatma konusuna takıklığımdan mı yoksa yaz boyunca neler olup bittiğine anlam vermeye çalışmamdan mı bilinmez, zamanında çokça sormuştum o soruyu. "Yogöylebişey" cevabını alıp "Peki" diyerek oturmuştum yerime.

Ey ispikçi insan yavrusu; zamanında konuşsaydın. Şimdi niye ortaya atılıyosun? Giden gitmiş, biten çoktan bitmiş. Yapmışsa da afiyet olsun demekten başka ne gelir elimden, söyler misin?

Çok mu genişim? Yazın edindiğim boynuzlarımı mı parlatıyorum şu an sence ey sevgili izleyen? Umrumda değil, gerçekten. Gülüyorum geçiyorum sadece.

Peki


Seni arayıp ağzıma gelen küfrü sıralamak istiyorum, içimin cayır cayır yanacağını bile bile. Hani arkadaş olarak görüyosun ya beni, bu gerçek öyle acıtıyo ki canımı, bilemezsin. Biz hangi ara böyle arkadaş olduk? Ben sana eski sevgililerimin yeni olduğu zamanlarda onları anlatırken mi, yoksa "Geçende biriyle seviştim uu beybi..." derken mi?

Yoo hayır, istemediğin için böyle takılıp kalmış değilim. Boşluktayım, en az senin kadar. Bu boşluğun işle, arkadaşla, seksle, kahkahayla, yemekle, hobiyle, gezmeyle, kültürle veya siyasetle dolmayacağını ikimiz de gayet iyi biliyoruz. Boşluk kavramını ortadan kaldırmak için ihtiyacımız olanın esresi, ötresi, ötesi, berisi, şekli, şemali, geçmişi, geleceği belli.

Hani "Birileri hayatıma girse de sağa sola bakınmaktan kendimi alıkoyamıyorum." dedim ya, hani "Yetmiyo bi noktada, illa başka bi tene merak duyuyorum." dedim ya. Sen de "Aman canım onu hepimiz yapıyoruz, insan olmanın doğasında var belki." dedin ya, işte sen benim olsan, beni senin yapsan kimseye dönüp bakmam ben.

Sen benim boşluğumsun. Boşluğumu doldurabilecek olansın. İşim yok evet, yakında olacak. Evim yok evet, yakında o da olacak. Gündelik sorunlar var evet, hep var olacaklar. Ama sen olmadıkça bu boşluk hiç geçmeyecek. Ne sen benim rebound'umsun, ne de ben senin rebound'unum. Sadece 27 ay önce öldürdüğünü sandığım çocuk yine canlandı, bu sefer güçlü, kuvvetli, yakışıklı bi delikanlı olarak.

Keşke bana arkadaş gözüyle bakmıyor olsaydın. Keşke şu an bunları yazmak yerine daha büyük bi şevkle İstanbul'da iş arıyor olsaydım (Evet şu anda da İstanbul'da iş arıyorum, ama sen hayatımda olsaydın daha farklı olurdu.).

Eğer bana karşı hislerin benim sana beslediklerimin cinsinden olsaydı, içten inanıyorum ki çok mutlu olacaktık. İsteklerimiz, beklentilerimiz, hayallerimiz yeterli oranda uyumlu. Siyasi görüşlerimiz taban tabana zıt belki, kimin umrunda? Hayat siyasetten ibaret değil sonuçta. En kötü çatır çatır kavga eder, yarım saat sonra öpüşür barışırdık. Sen fantastik kurgu delisisin, bense psikolojik-gerilim takipçisiyim, varsın birbirimizin sevdikleriyle ilgili esprileri anlamayalım, ne çıkar? Öğretiriz, öğreniriz. Hani birbirimize yara bandı değiliz tabi ki, ama birbirimizin arkasını da çekip çevirebilirdik belki. Yeterince romantiğiz, yeterince sulugözüz, yeterince sevgi yumağıyız. Mutlu olabilirdik lan.

Deneyelim istemedim hiçbi zaman, daha önce de dile getirdiğim gibi. Deneme-yamulma-yorulma yaşlarını çoktan geçtik ikimiz de. Ama hani düşününce, birbirimize karşı hislerimizi bi kenara bırakırsak, ikimizin birlikteliğini imkansız kılan ne olabilir ki?

Git şimdi. Hani bunca şeyi yazdım, açıkladım, surlarımı kendi ellerimle yok edip içerdeki gizi gözlerinin önüne serdim ya, hani beni ilginç kılacak pek bi şey kalmadı ya gözünde, git. Keşfedeceğin bi şey kalmadığını san, kaç ve git. Keşfedebileceklerinin farkında olmadan, onlara dair en ufak bir fikrin ve hayalin bile olmadan.

Şimdi sen yoksun ya, sen beni istemiyosun ya, kapattım kendimi geri kalan herkese de. Olmasın kimse, kaç yazar? En fazla bi kaç sene daha yalnız kalırım. Veya bi on yıl daha.

Dipnot: Pazar gecesi dökülen gözyaşları boşluğun değil, olmayacağının getirisiydi.

Perşembe, Aralık 29, 2011

Subtle movements/No more sweet music

Stripmall Architecture - Subtle movements

İki kişi. Tanışır veya tanıştırılırlar. "Nerede oturuyosun?", "Ne işle meşgulsün?", "İş haricinde neler yaparsın?" derken bi sohbet başlar aralarında. Birbirlerini tanımaya başlar bu insanlar. Ortak zevkler çıkar, üstüne giderler "Acaba uyumsuz bi nokta da var mıdır ki?" diyerek. Sonra bi birbirine yaranma çabası, aferin deliliği. Niye? "Beni sevsin.", "Benden hoşlansın." diye uğraşmalar başlar. Ne gereği var ki? Benim çabamla, benim iyi yüzümü ortaya çıkarmamla, benim o kişiye yapacağım iyilikle sevecekse o insan beni, hiç sevmesin, daha iyi. Samimiyetsiz geliyo bana kendini sevdirme çabaları. Ha içinden gelerek bi güzellik yapıyosundur, o ayrı. Ama eğer amacın karşındakinin senden hoşlanmasını sağlamaksa, ona sevimli gözükmekse çok saçma.

Senden hoşlanası geliyosa zaten genel yapını anlayacaktır ve sevecektir. Fast-forward yapmak kime ne kazandırır? Çabuk tükenmez mi sonra? Hem sahte olmaz mı? Bırak, kalbi sevsin seni eğer niyetliyse.

İte kaka olmuyo hiçbi şey, eğer işyerinde çalışan biri değilseniz. Aslında orda bile geçerli bence bu ifade. Mutluluk zorla geldirilmez ki. (Geldirmek nasıl bi eylemdir?)

Mutluluk, peşinden bi kaç adım atmaya yeltendiğimde dahi hevesimi kursağımda bırakıyosun be. İlla olduğum yerde kütük gibi çakılı mı kalmalıyım her yerimi sarman için? Ölü taklidi yapıp kımıldamadan içime işlemeni mi beklemeliyim?

Profiller: Kapandı.
Beklenti: Yok edildi.
Koşturma: Sonlandırıldı.
Tanışmayı bekleyen yeni insanlar: Yok sayıldı.
Msn hesabı: Askıya alındı.
Facebook: Açık ve aktif kullanımda.
Blog: Abanıldı.
Müzik: Her zamankinden daha sesli ve daha acıtıcı.
Soğuk: İçime kadar işledi.
Hayalkırıklığı: Sıradanlaştığından tekrar rastlamamak adına çalışmalar devam ediyor.
Özgüven: Yerle yeksan.
Dış görüntü: Gitgide kötüleşiyor.
Değişim isteği: Tavan yapmış durumda.
İlk kıvılcım: İvedilikle bekleniyor.
Lanet: Edildi. Ediliyor. Edilmeye devam edecek.

No More Sweet Music by Hooverphonic on Grooveshark

Çarşamba, Aralık 28, 2011

Silence!

Numb by Portishead on Grooveshark

(Fotoğraf: Günlük Ayracı - Arnavutköy, İstanbul)

İstediği olmadığında zırıldayan bi çocuk gibi hissediyorum bugünlerde, yine.
Sanki hiç büyümemişim gibi, sanki yaşadıklarım beni hiçbir zaman olgunlaştırmamış gibi.
Sanki 15 yıl önceki çocuğum.
Basit kalp kırıklıklarım var sanki.
Sanki kafamda oynayıp kırıp döküyorum da, ondan ağlıyorum gibi.
Sanki yıllar önce içimde başlayan boşluk hala devam ediyor gibi.
Sanki "Hah! Buldum onu sonunda!" dediğim insanlardan yana hevesimi kısa sürede alıp elimin tersiyle itmişim gibi.
Sanki "Olmuyo işte!" demişim gibi.
Sanki kendi ellerimle adamlar yaratıp sonra da "Uymadı, bye!" deyip buruşturup atmışım gibi.
Sanki kafamdaki adamı bi gün bulacakmışım gibi.
Sanki masallara inanırmışım gibi.
Sanki o gün geldiğinde tüm bu sorunlarım bitecekmiş gibi.
Sanki bütüüün bunlara koşulsuz inanırmışım gibi.
Sanki inanmak istermişim gibi.
Sanki gerçeği bilmiyormuşum gibi.
Skinny Patrini'den o kadar da hoşlanmazken sanki severmişim gibi dinlemişim gibi.
"Switch off" tuşum olmasını istermişim gibi sanki bi de.
Bunun şiir olduğunu sanmışsın gibi sanki biraz biraz.
Ama içimden gelenleri yazmışım gibi daha çok sanki.
Sanki şekil olsun diye de her cümleye yeni satırda başlamışım gibi.
Sen de bunu yemişin gibi sanki.
Çok mu sarkastik oldum sanki amk?
İyi oldu, çok da güzel oldu sanki gibi.
Sanki "Yersen?" gibi.
Arnavutköy'den kapalı havada çekilen bi boğaz karesi gibi.
Sanki onun çok da sikindeymişim gibi.

Birileri demiş ki...

Y.Ö: Ve birileri demiş ki; o, en çok saklambaç oynamayı sever ve bu oyunda çok azları onu sobeleyebilir. Bunu da ancak kendisi isteyebilir, bu yüzden asla kaybetmez.

K.A.B.K: İnsan kendisiyle saklambaç oynamamalı. Çıkan sonuç bu.

H.İ: Biri seni hayatındaki önemli noktayı seninle paylaşmak için aradığında müsait değilsen bir ara onu ara; çünkü o adam seni, senden fikir almak için aramış olabilir!

K.A.B.K: Daha da kötüsü, biri senin hayatındaki en büyük sorunu çözdüğünü haber vermek için seni arayabilir. Çünkü tek ihtiyacın belki de ondan fikir almaktır.

-alıntı: Facebook-

Salı, Aralık 27, 2011

.

"Kime sarılırsan sarıl, yine de aklındakiyle uyursun"

Post taytıl, Corç Maykıl, geri kaykıl

Feed Me by Tricky on Grooveshark 

Bi önceki postu biraz sert yazmışım sanırım, içimden gelenlerdi. Daha fazla bastırmak istemedim.

Kendimi toparlamam ne kadar sürer bilmiyorum. Gündelik hayat devam ediyor lay lay lom oh la la ne kadar güzel falan tamam da, Pazartesi sabah sen işe gidecekken beni uyandırdığında hani sarıldım ya sana, o anda içimi hem huzur kapladı hem de bi kötü oldum. Sonra bilinçsizce boynunu öptüm, huzur da arttı, rahatsızlık da. Sonra sen boynumu öptün, daha da katlandı bu hisler.

Sonra yine Cumartesi gündü sanırım, akşamüstü ben evden çıkacakkendi galiba, sen hırkamı giymiştin, "Kocaman duruyo bende buuu!" demiştin, ertesi sabah dönünce onu üstüme giyerken bi garip oldum ben gene.

İstanbul'da olsam ne değişirdi hakikaten? Görüntüye bakılırsa hiçbir şey. Ama bana anlatmadıkların ve yansıtmadıkların, ya da benim göremediklerim varsa çok farklı. Bilmiyorum. Çok merak ediyorum.

Bana karşı "o"ndan başka bi ilgin olduğunu bilsem kendimi kaptırabilirim belki, ama şu anda tek hissettiğim... Lan ben ne hissediyorum? Kendime bile anlatamıyorum daha bunu. Melankoli diyebilir miyiz? Bilmem ki. Depresyonda olmadığımı biliyorum ama eğer bu işsizlik süreci böyle devam ederse cidden kafa göz dalabilirim depresyona da. Kendi çapımda kastırıyorum ama işte İzmir'de yaşamak yetersiz kılıyo çabalarımı. Bence İstanbul'a taşınmalıyım; zira orda hem iş imkanı çok, hem de kendimi geliştirme şansım çok daha büyük.

Orada çalışmaya ve yaşamaya başlarsam, bi de üstüne sen gelirsen (doğru zamanda)... Ne güzel olur lan!

Hani şu var bi de. Yüzün de güzel, için de, senin beğenmediğin ve özgüvenini yok ettiğini iddia ettiğin dışın da. Bana güzel geliyo, bence tam tadında bi erkeksin.

Pazartesi, Aralık 26, 2011

Hayat beni neden yoruyosun?

Primitive by Róisín Murphy on Grooveshark

Tamam, adının üstünü çizemedim hiçbir zaman. Tamam, içerde bi yerlerde hep kaldın durdun. tamam, senden sonra kimseye karşı %100 saf ve temiz yaklaşamadım, yani içerde sen vardın ufaltılmış da olsan. Ama be adam, ciğeri beş para etmez adamlarla (Tamam, hepsi değil. Ama böyleleriyle de yakınlaşmanın ötesine geçtiğin gerçeğini ikimiz de biliyoruz.) ilgili detayları hatırlıyosun da, sana sanki cam oyuncakmışsın gibi yaklaşabilen benle ilgili olarak neden bu kadar unutkansın? Evet, yüzüne karşı haykıramadım bunu. Tepkinden korktum. Benle ilgili kötü düşünmenden korktum. Ama neden?

Uyuduğu mezardan iki yıl sonra hortlayan zombiyim aslında di mi? "Neden yani?" diye soruyo olabilirsin, "Ne gereği vardı şimdi?". "Uykusuz kaldım amk deli gibi." diyebilirsin belki, haklısın da. Ama bu. Elde var bu.

Kalbim kırık değil. Düşündüğümden, hissettiğimden, içimde uyananlardan uzaklaşmam gerektiği birazcık acıtıyo sadece.

Zamanında ikimiz de korktuk, haklıydık. Şimdi korku yok. Netleşmiş, oturmuş hisler ve istekler var sadece sende. Bense çomak sokulmuş su birikintisi gibi oldum bi anda. "Laaan! Hani neydi, nooldu şimdi???" diye dumurlara geldim.

Arkadaş gibi bakamıyorum işte sana amk. Yapamıyorum bunu. Ha İstanbul'da yaşıyo olsam, birlikte daha çok zaman geçirebiliyo olsak, ben İstanbul'da yerleşik olsam, flirt ettiğin bi adamla tanıştırsan beni, gözümün önünde birileriyle yiyişsen nasıl düşünürdüm bilmiyorum. Ne hissederdim? "Sike sike arkadaş" diye mi adlandırırdım seni, yoksa daha fazla canım yanmasın diye koşarak kaçar mıydım, senle görüşmeyi mi keserdim, bilmiyorum inan. Ama o çirkin yaftayı yapıştırmazdım, orası kesin. Çünkü iki sene önce de reddedişinin akabinde uluslararası arenada yaptıklarınla ilgili bi etiket yapıştırmadım sana. Anavatana dönüşünden sonra da öyle bi düşüncem olmadı hakkında. Belki bi kaç msn konuşmasında "hiii orospuuu" demişimdir, belki, ama sonunda en güzel, en cici smileylerimden vardır mutlaka. Buna da açıklık getirmekte fayda var.

Fonda Ròisìn Murphy'nin en sevdiğimi çalıyo, bana gönderdiğin, beni Ròisìn'le tanıştırdığın ilk şarkı. Ve ben seçmedim o şarkıyı şu an çalması için. Tepeye şu anda ekleyen benim tabi o ayrı.

(Hatırlamazsın ama) Hani zamanında bana "Doğru insanlarız bence, ama zaman ve yer çok yanlış. Ben burda, sen ordayken, benim içinden geçtiğim süreç belliyken yürümücek bu, gün gelicek canını yakıcam senin ben Günlük." demiştin. Artık doğru insanlar da değiliz galiba sana göre, di mi?

Hani acımanı da istemiyorum, "Aman benim yüzümden daha fazla üzülmesin, iyi hissettireyim.", "İki kelime edeyim de sakinleşsin." diye düşünmeni de istemiyorum. Bırak kendi halime. Belki yapacağın bu zaten, belki hiç düşünmedin saydıklarımı, ama istemiyorum gerçekten. Geçer mi, nolur, ne biter, kader kısmet nasip amk.

Büyümüşsün amına koduğum, çok büyümüşsün hem de. Belki gereğinden fazla büyümüşsün. Çünkü gerektiği kadar çocuk, yeterince de adamsın. Kendimi çocuk gibi hissediyorum senin yanında. İki yıl önce kimdin, şimdi ne olmuşsun? Beni kendinden uzaklaştırmak için çocuk numaraları da yapma, hakikaten bi şey yapma içimdekileri susturmak, bastırmak için.

Belki de gerçekten doğru insanlar değilizdir. Belki gerçekten "ultimate" olanı aramaya devam etmek, onun gelişini beklemek en iyisidir. Belki gereğinden, aramızdakinin hak ettiğinden fazla gözyaşı dökülmüştür bugüne kadar birbirimiz için. Belki bu kadar ağlamam, canımın yanması, senle yaşayabileceklerimin o kadar da iyi olmayacağının göstergesidir. Ama ben nasıl friend zone'a itildim? Ne zaman oldu bu? Başından beri öyle miydi?

Bi şeylere kıyamamazlık var ortada, bariz bu. Yoksa 27 aylık bi merak bu kadar kolay ve güçlü bi biçimde bastırılamazdı ikimizin içinde de, if you know what i mean. Ve evet, istiyorum da, ama istemiyorum da aslında bi yandan. Neden istediğimi, neden istemediğimi sen de gayet iyi biliyosun ki bunu da konuştuk açık açık. Tabi içinde bana dair bi tek merak bu kalmışken aramızdaki bağlantının ne olduğunu da sorgulamanı isterim bi yandan. Kaç arkadaşınla ilgili böyle bi merakın oldu? Ben kimim? Neyim senin hayatında? Konumum neresi?

İyisin çocuk, kilonu sev, göbeğini okşa, love handle'larını mıncır. Dünkü geyiğe dönecek ama, vitrinin güzelse ziyaretçisi çok olur zaten. Görüntüyü herkes sever çünkü kolaylıkla. Ama ikimizin de aradığı şey vitrinde sergilenmez hiçbi zaman, sergilenemez çünkü.

Kendimi sana beğendirmeye de çalışamam. Hem, beğenecek olsan 27 ay içinde yapardın bunu. Hani bunun olması için uğraş vermem çok saçma olurdu. Zira vitrin değil bu.

Neyse, bunları okumucaksın bile zaten.

Pazar, Aralık 25, 2011

one way, or another

One Way or Another by Blondie on Grooveshark
"dünyağ gözüylen tekyön görmeden istanbul'dan gitmek olmaz aaayh" diye bi çığlık duydum sanki sms'in birinde ben. evet evet duydum sanki. sonra yol aldık tekyöne doğru. yolda 40larına sağlam bi merdiven dayamış bi ağbi arkadaşıma salçalandı "pardon fazla sigaranız var mı" diye girişerek. eşeklik bende tabi, "geburyagaçmağ" diye çullanmadım herifin üstüne biralarımızı yudumlarken. anca agresif agresif arkadaşımla konuşup durdum. yaklaşamadı ama tabi. hele bi yaklaşaydığ...

neyse efem, tin tin tin hoplaya zıplaya mekan adım adılmaktadır ufak ufak. iki basamaklık merdivenciği tek basamak olarak gören ben (nolmuş yea 3-4-5-6-7-8. biramı içmişim halihazırda) hoplucam derken dizlerimin üstüne kapaklanıp kaldım ama bi nükhet duru programındaki gönül yazar'dan çoook daha cool bi biçimde fırladım ayağa "hıı? noldu yea? bişi yok amk ne bakıyon ki?" bakışları fırlattım sağa sola.

bi kaç pandikten sonra vestiyere kabanlarımızı montlarımızı teslim edip içeri daldık.

Pazartesi, Aralık 19, 2011

of amk of!

bi çoğu için o zamanında bana acı çektiren tehlikeli insanım aslında ben. çok kolay can yakabilir, bi o kadar kolay yalan söyleyebilir hale geldim. kolaylıkla sinir edebiliyorum insanları canım istediğinde. bi o kadar kolay kezbana yatabiliyorum. ha ben bunları söyleyebiliyorum bu kadar rahatlıkla, ama iki gün sonra biri çıkar da gelir ağzıma sıçarsa götümle gülerim kendime, o ayrı. ama bi zamanlar korktuğum insanım artık, lanedolsun beh!

Çarşamba, Aralık 07, 2011

gözü kaldı deytimde

5te uyumama rağmen 8:30da gözlerimi araladım müzik sesiyle. hemen telefonumu kontrol ettim, uyanınca kesin mesaj atmıştır diye. uyandım tam olarak. kalktım, efendi efendi kahvaltımı ettim, oyunlarıma baktım, dışarda deli gibi yağmur yağarken kahvemi yapıp norah jones'umu dinledim, banyoya girdim, 1 saat keyif çektim. cici cici giyindikten sonra ipoda yeni şarkılar atıyodum ki babam geldi "sen dışardaki yağmurun farkında değilsin galiba, hala gitmekten bahsediyosun" dedi, kara haberi verdi. pencereden dışarı bakmaya kalktım, bakmaz olaydım. şakır şakır bi yağmur hani şemsiye dayanmıcak cinsten, altyapı çok sağlam olmasına rağmen göllenen bi yol... çaresiz mesaj attım haber vermek için, üzüldü tabi. ben de üzüldüm, ama yapacak bi şey yok. beynimdeki sümükleri daha yeni attım, tekrar hasta olmak istemiyorum :(

söyleyin şimdi, hanginizin gözü kaldı lan? hanginiz miko'yu baştan çıkardı da böylesi yağmur yağmasına sebep oldu? ben daha dün konuşmuştum miko'yla, çok şiddetli yağdırmıcaktı, amk onun da zaten. gözü kaldı deytimde

deytlerin orta yerinde bir garip günlük

son bi kaç ilişkidir, her biten ilişkiden sonra diyorum "tamam günlük, bu kadar yeter! bi süre kafanı dinliceksin, kendini toparlıcaksın, öyle kuyruk bulayan her ite bakmıcaksın, sağa sola da kuyruk bulamıcaksın azgın dişi itler gibi" diye. ama mutlaka zamanında ilişkim olduğu için bi adım atmayan ama içten içe benden hoşlanan birileri çıkıyo. ben de hazırım ya zaten, hemen yumuşuyorum.

evet, bugün bi deytim var a dostlar! akşam buluşucaz. yemek yicez bi yerlerde ki kendisinin kafasından geçen lüks bi mekana gitmek, o öğrenci ben işsizken nasıl olacaksa :) her neyse ama, keyifli geçer umarım, aptal susuşlara maruz bırakmayız birbirimizi.

efendim, kendisi bugüne bugün izmirdeki sayılı kaşarlardan bilmem kimle hiiiç tanışmamış, adını dahi duymamış. hani kendisine karşı olumlu hisler beslemekteyken bu olgudan da haberdar olunca bi kat daha arttı sempatim, ki bunu kendisine de belirttim (niyeyse?)

bundan böyle yeni kezban benim anacım, hala ilk günkü salaklıkta yaşayabiliyoken.

Salı, Aralık 06, 2011

soldaki son ev (2009)


çok fena bi film bööle gerim gerim geriliyo insan izlerken. "ay ay ay öldürdü kızııı!", "ay ay ay napıosun sen pis sapııııık?", "hıııh, amına koycak şimdi senin puşt herif", "yihuu daha çok kan daha çok kan" olası tepkiler, ki ben gösterdim bunları. insanda şiddete eğilime sebep olabiliyo, misal şu an gıcık olduğum birini böle yüzü paramparça olana kadar dövesim var çok fena.

Pazar, Aralık 04, 2011

dudu dudu dilleri bıdı bıdı bülbülleri

aslında düzenlenmeyi bekleyen müthiş bi astrolojik draft var arşivimde ama halihazırda pek meşgul olduğumdan ona odaklanmam imkansız. o yüzden siz şimdilik bu postla idare edin, yarın falan okursunuz diğerini de, hayali okurcuklarım :)

Cumartesi, Aralık 03, 2011

fallar ve mallar


güneşe göre terazi burcuyum, çin astrolojisine göre öküz, kızılderililere göreyse karga.

terazi:
güzel, güzel sanatlara yetenekli, sevimli, uyumlu, zarif, romantik, diplomatik, ince düşünen, çekici, idealist, tarafsız, iyi niyetli, iyi ortak, iyi siyasetçi, kreatif ve alımlı, akıllı, kararsız, alıngan, hafif, değişken, flörtçü, dengesiz, hercai, tembel, çabuk fikir değiştiren, tesir altında kalan.

öküz:
dürüst, güvenilir, kibardır. sabırları ve çok çalışmaları onlara başarıyı getirir.

karga:

özveri, nezaket ve kararlılığın mükemmel bir bileşimi! yardımsever, doğa ile ilişkide olmayı seven, ani, beklenmedik manevralar yapabilen, iç dengeleri bozulmazsa uzun süre çalışabilen, ruhsal alanda çok rahat olan, hayattan zevk almayı bilen, küçük şeylerden mutlu olan, her şeyin iyi ve kötü yanını kolayca görebilen, çelişkili, her türlü düşünce ve akımı izleyip öğrenmek isteyen, sevdiklerine karşı aşırı korumacı hatta yıkıcı, kendilerini bulmak için zamana ihtiyaç duyan, hayvanlara düşkün, evine özenen, zevkli, dekorasyona meraklı, güzel şeyleri seven, estetiğe düşkün, kendilerini bulmakta bazen zorluk çeken, çok sevimli, çok fedakar bir ebeveyn, kucaklanmayı ve öpücüğü seven, güven vermeyi ve güven kazanmayı seven ve kolayca öğrenen, hayatı dolaysız ve yoğun yaşayan, güzel ve yakışıklı insanlardır!


başka meymenetsiz hayvan kaldı mı lan? söyleyin söyleyin, o da benimdir zıttır diyarı astrolojisine göre, kesin!

renk: mor
gizemli, çekici, anlayışlı, insanları etkilemeyi seven, asla bencil olmayan, arkadaşları arasında popüler (bi nevi herkesin popisi), psikolojik olarak değişken.

ağaç: fındık
çekici, anlayışlı, insanları nasıl etkileyeceğini bilen, fazla talepkar olmayan, sosyal hayatta aktif ve girişken hatta dövüşken, popüler, psikolojik olarak değişken, kaprisli aşık, dürüst, eşine toleranslı, kusursuz yargı yeteneği.

çiçek: funda
zarif, dikkat çekici, işinde uzman, kendiyle barışık, iyi dost.

numara: 8
dengeye inanan, denge için çabalayan, paranın gücüne inanan, vasatın üstünü bekleyen, disiplinli, organize, eleştiri sevmeyen, çabuk iletişim kurabilen, duygularını açıkça ifade edebilen, kıskanç.

isim grubu: 2
akılcı, mantıklı, gerçekçi, somut şeylerle ilgili, ilişkide dengeli, zeki, başarılı, fikirlerine güvenilir, akıl danışılan.

gelgelelim, derinlemesine inceleyip ortak söyletileri ele aldım ve ortaya çıkan manzara şu: efem ben böyle kelimelerle anlata anlata bitirilcek gibi değilim. meleğim lan ben! şimdi saymak istemiyorum yukarda yazanları tek tek, ama o ne lan? nası muhteşem bi varlıkmışım vay amk!

neler neler yazabilirdim bu konuya da, hiiiç mi hiç yazasım gelmiyo böyle yalanlara dair. astroloji yalanlardan ibaret. astolojiye göre aynı yerde aynı gün aynı saatte doğan iki kişi aynı oluyo (doğum haritası mantığına göre), gelgelelim benim tanıdığım insanlarda en ufak bi benzerlik dahi yok, etikette aynı burca mensup olmalarının dışında. o ne lan? öyle şey mi olur? tırt tırt tırt!

fallar yalan, mallar gerçek

Köse Yastigi by Sýla on Grooveshark

Terazi ( 23 Eylül - 22 Ekim ) 

Çok hoşlandığınız ve değer verdiğiniz bir kimseden de size büyük bir sevinç geliyor. Size yaklaşımı, güveni ve imkan tanıması hayatınızı etkileyecek. Mutlu bir değişiklik başlayabilir. Sizin en önemli ilkeniz dürüstlük ama ne yazık ki herkes sizin kadar dürüst değil. Bunu fark ettiğinizde çok üzülüyorsunuz. Bugün hiç ummadığınız bir kişinin ikiyüzlülüğüne tanık olabilirsiniz. Maddi açıdan büyük bir sıkıntınız var fakat bu durumdan ailenizin desteğiyle kurtulacaksınız.Paylaş 02/12/2011

Hani böyleydi falım? Hoşlandığım kişiden sevinç değil, tam olarak 23 saniye önce o haber geldi. Flirt ettiği kişiyle başlamışlar. Hayırlı olsun tabi, onun adına sevindirici bi haber bu. Ama ya benim adıma?

Cuma, Aralık 02, 2011

daddy

hani diyosun ya bana "hiç yanımıza gelip bizle zaman geçirmiyosun" diye, serzenişte bulunuyosun ya hani her fırsatta, ne diyeyim gelip de? beraber oturup bangır bangır var mısın yok musun'u mu izleyelim, esra erol'u mu yoksa müge anlı'yı mı? hani mesele beğenmemezlik değil de, bu saydıklarımdan başka bi şey izlemiyosun ki baba. eline bi kitap aldın okudun da ben mi geri çevirdim sen tartışmak istediğinde? ekonomi için bile olsa eskiden dergi okurdun, gece oturur film izlerdin çocukluğumda, şimdi niye yok bunların hiçbiri? ortak bi paylaşım konumuz yok ki baba. gündelik hayattaki dertlerim mi? derdim sıkıntım belli işte baba, sen görmüyosan, görmek istemiyosan, ben daha ne yapabilirim? karşına geçip "baba ben eşcinselim, şöyle şöyle adamları sevdim, böyle böyle üzüldüm, falanca pozisyonda sevişmeyi çok seviyorum, ideal erkeğimin özellikleri bıdıbıdıgıdıgıdı" mı demeliyim? şu anda paylaşabileceğim ve içten içe paylaşmak istediğim yegane şey bu. keşke kendimi size anlatabilseydim, keşke beni anlayabilecek olsaydınız. sende kalp hastalığı, annemde bu sinir varken bok anlatırım kendimi size... vicdan azabı ve sizi kaybetme korkusu bu, başkası değil.

hani diyosun ya bana "üçümüzden başkası yok bu dünyada" diye, evet öyle. üçümüzden başkası yok bu dünyada. ama evde görmediğim huzuru arıyorum ben yıllardır ipsiz sapsız adamların koynunda, bundan haberin var mı? fırsatını yakaladığım ilk anda kaçıp gidicem bu evden, dönmemecesine hem de! bu evde yaşamaktan nefret ediyorum ben baba.

keşke sağlığınız elverse, keşke sabırla dinleyebileceğinizi bilsem, keşke "ah ah vah vah" yapmayacağınızdan emin olabilsem... size ayaküstü bunca yalanı söylemek zorunda kalmazdım.

dünya çok daha güzel bi yer olurdu benim için.

whatever

bugüne kadarki sevgili koleksiyonuma bakıyorum (9 ayrı sevgili demek yanlış olur sanırım, koleksiyonerim galiba ben), ağırlıklı zayıf, hatta çirozlar bile var. lan bi de ayva göbeklileri, topan götlüleri deneyeyim, ne çıkar ki? :)

bugüne dek;
- üçgen vücutlu değil ama içi güzel olduktan sonra kabı janjanlı olmayıversin, ne çıkar?
- yakışıklılığı beni gölgede bırakmıyo belki ama umrumda mı ki bu?
- aman beni sevse, beni mutlu etse yeter benim için.
dedim durdum. elime ne geçti? 3ün 1i bile değil, peh! (ki türcek pek severiz 3ün 1inden kastedilen basit anlamdakini, öhm)

illa sırt mı çevirmem lazım? mıymıntı olmam şart mı, söz konusu sevgiyse? çetrefilli, ikircikli oyunlar mı oynayayım? yapmacık tavırlar mı sergileyeyim? cool mu olayım yarraam, onu mu istiyosun?

izmir'den nefret ediyorum. çok küçük. herkes birbirinin eski bilmemnesi çıkıyo. en kötü ihtimalle yakın çevresinden bi arkadaşının aşnası fişnası alıştığı veriştiği bi şeyi oluyo ivençuli. ha izmir'de değil de ankara'da veya istanbul'da olsaydım oraya sıralıcaktım aynı küfürleri, o ayrı.

sıkıldım sanırım ben. neden sıkıldığımı henüz itiraf etmeyi götüm yemiyo. tamam, monolog konusunda çok başarılıyım; ama iş buraya yazmaya gelince fikren pintiyim galiba ben, veya korkak. whatever.

sümüklü beynin sıçtıkları part van

(anafikir: pek düşünceliyim, ama hep odunlara denk geliyorum işte kara bahtım, ne diyeyim ah ah)

bilindiği üzere, imkansız kişisi üşüyüp karşımda tir tir titrerken atkımı vermiştim ona. üstüne "90 dk aktarmayı kaçırmayalım kızlaaar" diye bi çığlık duyunca bornovanın o iğrenç ayazında topuklaya topuklaya merkezde almıştık soluğu. hah işte ben o esnada bi hayli terlemiştim, üzerimde bi atkı neyim de olmadığı için götüm buz kesmişti çok afedersin canom. sanırım şifayı o dakikada kaptım.

eve dönüş sonrası zaten zeabbaha kadar oturduğumuzdan dinlenemedim de doğru dürüst. e kanepede zaten insan şey edemiyo rahat rahat.

özetle, sümükler beynime kadar ulaştı beybidollum.

imkansız kişisinin umrunda mı bu durum? değil tabii ki. Sİ-KİN-DE bile değil!

Perşembe, Aralık 01, 2011

şizo

seninle defalarca sevişip çığlık çığlığa en ıslak orgazmlarımı yaşadım. tabi senin bundan haberin yok, çünkü hepsi kafamın içinde oldu bitti.

yohsa ben tipsiz miyim?

tabii ki değilim. ama o insan da hık deyince çıkmıyo işte karşıma.

aslında kimseden farklı değilim, üç aşağı beş yukarı bir sağa bir sola benzemiyo muyuz birbirimize?

tabi damla sakızına, tarçına, elmaya, çileğe, kahveye, şaraba, çilek-kivi kokusuna olan düşkünlüğüm belki bi adım ayırıyodur beni bi kaç zilyondan. veya ayırmıyodur, kimin umrunda ki?

harsh (hush hush gibi bazen, kimi zaman da haşhaş tohumu)

mantıklı olan üstüne gitmek mi, geri durmak mı?
gerekli olan denemek mi, yanılmak mı?
önemli olan aşk mı, gurur mu?
ağlatan şarkı mı, hisler mi?
istediğim konuşmak mı, yazmak mı?
aslolan yazıp yazıp gizli kalmak mı, link dağıtıp hedef kişilerin bilmesini sağlamak mı?
aynı şarkıda takılıp kalmak mı, değiştirmek mi?

O

Günlük Ayracı (1:00 PM):
naber genç
Hebele (1:01 PM):
iyiyim Günlük Ayracı
sen nasılsın?
Günlük Ayracı (1:01 PM):
geberiyorum hastalıktan
Hebele (1:01 PM):
hala mı :|
Hebele (1:02 PM):
geçmiş olsun
Günlük Ayracı (1:02 PM):
kötüleşti daha da
Hebele (1:02 PM):
ilaç içiyosun di mi
Günlük Ayracı (1:02 PM):
aslında kendime iyi bakıyorum, öpüyorum falan ama işte.. :D
Hebele (1:03 PM):
ahah bi de bana yaşlı dersin
yaşlılık belirtisi olan o
:P
Günlük Ayracı (1:03 PM):
olum ben kabullendim en azından :D
Hebele (1:03 PM):
ee ben daha yeniyim bu konuda napayım
zamanla alışıyorum işte
hehe
Hebele (1:04 PM):
25 dedim mesela geçen gün kaça girdin dediklerinde
öyle öyle dank ediyor
:D
ki bi ay öncesine kadar tanımadıklarıma 22 yaşındayım diyen bi insandım
aşsdlfksj
Günlük Ayracı (1:05 PM):
ahahaha
Hebele (1:05 PM):
22 idealdi..21 ya da 20'yi yemiyolar
:D
Günlük Ayracı (1:05 PM):
oflaya oflaya için last.fm'de top listeners'lar arasına gircem çok kararlıyım :D
bana da "sen 88-89 doğumlu falansındır heralde" diyenler oldu geçtiğimiz hafta sonu
Günlük Ayracı (1:06 PM):
1-2 kişi diil hem de :D
Hebele (1:06 PM):
körmüydü bunu söyleyenler peki?
:P
Günlük Ayracı (1:06 PM):
bana bak "eski sevgililerin cinayeti" diye gazeteye kapak yaptırma beni :D
Hebele (1:06 PM):
ama yani şimdi göz var nizam var
Hebele (1:07 PM):
onlar iltifatın bokunu çıkarmış biraz
ahah
:D
Günlük Ayracı (1:07 PM):
senin gözlerin doğru düzgün görmüo demek ki :D
hıh
Hebele (1:08 PM):
bişey dicektim
neyse
:D
Günlük Ayracı (1:08 PM):
de de kalmasın içinde .d
Hebele (1:09 PM):
eflatun yazmış bu şarkıyı..onun albümünü indiricem şimdi
pek dinlememiştim o adamı ben
Günlük Ayracı (1:09 PM):
eet
ben de dinlemedim de albümü mü varmış
öle bi sanatçı mı varmış :D
Hebele (1:09 PM):
vardı evet..yapmıştı bi albüm
ama adı ne garip diye böyle gözardı ettiydim
:D
Günlük Ayracı (1:10 PM):
böle tarih mi edebiyat mı ne desem bilemedim, öyle bi yerden hayal meyal hatırlıyorum ben o ismi
Hebele (1:10 PM):
felsefecimiydi neydi öyle bişey vardı
Hebele (1:11 PM):
atıyor da olabilirim
Günlük Ayracı (1:11 PM):
evet evet filozoftu sanki
ben ordan hatırlıorum işte bu ismi
albüm de mi yapmış dirilip?
yoksa hiç ölmemiş mi? :D
Hebele (1:12 PM):
dondurmuşlar zamanında bunu...işte şu tarihte canlandırın,çok feci şarkılar yaptım ama o tarihte albüm yapabilirim demiş
sonra işte kafası karışmış insanların...'şarkı,albüm ne lan' demişler
Günlük Ayracı (1:12 PM):
gaddemit :D
Hebele (1:12 PM):
bunu cadı diye yakmışlar
öyle
asşdflk
Günlük Ayracı (1:14 PM):
hey allam .D
Günlük Ayracı (1:18 PM):
içimize kaçan burcu güneş bambaşka..
Hebele (1:18 PM):
dediğin doğru ama hani açık adres benzetmesi (2009’un açık adresi neyse 2011’in oflaya oflayası da odur demiştim de başka bi ortamda)
cidden fena patlar bu şarkı
Hebele (1:19 PM):
ben orijinal versiyonu pek dinlemedim bu arada
hatta hiç dinlemedim :D
ona bi bakayım dur
Günlük Ayracı (1:19 PM):
eğer bi şarkıyı hiç sıkılmadan bıkmadan yüzlerce kez dinleyebiliyosam, dinlerken hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyosam ama gözyaşları dışarı değil içime akıyosa...
Hebele (1:22 PM):
ağlama isteğin neden bilmiyorum..ama sana dair bildiğim bi şey var..bana ağlamak istediğini ama ağlayamadığını söylemiştin askerden sonra,hani en son yanına geldiğim gün
keşke ağlayabilseydin..içine atmasaydın herşeyi
ağlamak kötü bişey değildir
rahatlar insanlar
Günlük Ayracı (1:23 PM):
hebele bana niye bu kadar hoyrat davrandın? ben sana ne yaptım?
seni sevmekten başka naptım ben hebele?
biraz ilgini istedim sadece
Günlük Ayracı (1:25 PM):
hani ikimizin de boynu büküktü tanıştığımızda? niye kırdın boynumu hebele?
birbirimize omuz değil miydik biz?
Hebele (1:26 PM):
ben seni çok sevdim Günlük Ayracı ama bunu hiç belli edemedim..etmek istemedim..çok korkuyordum ben senden..sırf senden de değil herşeyden..hani tüm yaşadıklarımdan sonra en saçma zamanda çıktın sen karşıma
dur dedim hebele...iyi olacak herşey...kendine gel sadece
Hebele (1:27 PM):
elimden geldiğince düzeltmeye çalıştım kendimi..yaptım da..ama bu sana yetmedi
yetmemesi senin suçun değil
Hebele (1:28 PM):
senin tek suçun var hikayemizde,askerden döndüğünden sonra herşeyin farkına varıp çabaladığımı görememiş olman..
bu gelmişti elimden o sürede...zamanla daha da iyi olacaktı..emindim
Hebele (1:29 PM):
istemedin..
Hebele (1:30 PM):
keşke konuşmayı becerebilseydik
becerebilseydim
Günlük Ayracı (1:30 PM):
keşke
Hebele (1:33 PM):
şimdiyse...ne bileyim,mesela..istediğin şeyin bu olduğunu sanıyordum.şu an olduğumuz şey.yanlış anlıyoruz birbirimizi hep.ya da anlamak istemiyoruz.
tek isteğim keşke ağlayabilsen
rahatlaman için
ben gecelerce ağladım...varlığında da yokluğunda da..
Günlük Ayracı (1:34 PM):
keskin sirke küpüne zararmış, az önce döküldü biraz
istediğim bu değil tabii ki
Günlük Ayracı (1:35 PM):
en azından o gece hubulunun arkadaşının cillop kocasını senin ağzından duymak ve üstüne sertab'ın şarkısını bana bakarak içten içe gizli gizli söylemen değildi
Hebele (1:37 PM):
o an nefret etmiştim evet orada olmandan..iyiyim sanıyodum o şarkı canımı yakmıştı o an..farketmemişsindir diye sevinmiştim hatta
Günlük Ayracı (1:37 PM):
farketmedim, bibibi söyledi
Günlük Ayracı (1:40 PM):
o gece sabah7ye kadar uyumadım ben. 4e kadar şorololarla içtik sıçtık, sonrasında bibibiyle sohbet ettik 2-3 saat boyunca
o eskilerden açtı, ben açtım
Hebele (1:42 PM):
o zaman söyledi sanırım.anladım
Günlük Ayracı (1:42 PM):
yok, daha doğum günündeyken söyledi
ben geçiştirdim
"hebele yapmaz öyle şey" abidik gubidik salladım
Hebele (1:42 PM):
=)
yapmıştım
Günlük Ayracı (1:42 PM):
biliyorum
Hebele (1:45 PM):
bunları neden şimdi konuşuyoruz peki?
Günlük Ayracı (1:45 PM):
ne zaman konuşaydık?
Hebele (1:45 PM):
rahatlatıyor olduğu için mi?
Hebele (1:46 PM):
daha önce..ne bileyim
bilmiyorum
Günlük Ayracı (1:46 PM):
çok mu geç kaldım bu cümleleri kurmak için, sana göre?
Hebele (1:49 PM):
15 gün boyunca hızla uzaklaşmaya çalıştım senden Günlük Ayracı...yapmasaydım 2 sene önceki o boktan halime geri dönecektim.
Hebele (1:50 PM):
benden ayrılmandan sonraki 2 gün boyunca gelip tren garında oturdum ben
kimseye anlatamadım bunu ben
o anı defalarca yaşadım
Günlük Ayracı (1:50 PM):
nasıl yani? basmanede tek başına mı oturdun?
Hebele (1:50 PM):
hıttırzıttırda
Hebele (1:51 PM):
o günü hatırlıyosun di mi? saat 2'de gittin..ben istedim gitmeni..saat 3 buçuğa kadar ağladım tren garında
hıçkıra hıçkıra
umursamadan kimseyi
normalde yapamazdım bunu dışarıda
Hebele (1:52 PM):
yetmedi...trende ağladım...görevli geldi hatta lavaboya gitmemi söyledi istersem
yetmedi herkesi yanıma çağırdım o gece ben...buluştuk
hepsinin içinde ağladım hıçkıra hıçkıra
binbir teselliler,'bu da geçecek,neleri atlattın sen' demeler
Hebele (1:54 PM):
yüzüğe elimde çevirdim defalarca...ne umutlarla gelmiştim o gün yanına ben..diyodum,iyi ki ilk önce senin konuşmana izin vermiştim
duymayı düşündüğüm şeyler bunlar değildi demiştim o gün sana
gerçekten de değildi
Hebele (1:55 PM):
takip eden günlerde de hiç azalmadın içimde
çok korkmuştum
zortcan olayına kadar
Hebele (1:56 PM):
o gün kararımı verdim.
Hebele (1:59 PM):
hala yanıyor içimde bi yer aklıma geldikçe o son gün,ertesi günler..şimdi bile oldu...ilk sen bitirdin kafanda..o profili açıp sex partneri aramaya başlayarak..sonra da ben.
ama öyle,ama böyle...bi şekilde bitti
Günlük Ayracı (2:06 PM):
peki

yalnızlık...

(Fotoğraf: Günlük Ayracı - Charles köprüsü, Prag)
Oflaya Olfaya (Ceceli vers.) by Burcu Güneş on Grooveshark

...MSN'de konuşacak birini ararsan ama online olanlar seni anlamayacaklardansa...
...tek bi şarkıyla dağılıyosan...
...saat sabahın 4ünde konuşmak, anlatmak, susmamacasına konuşmak istiyosan...
...ağlamak istiyosan, ama ağlayamıyosan...
...ikinci bi şarkıyı dinleyip böğürmek istiyosan ama yapamıyosan...

confessions on the fence-floor (2nd edition)

The One That Got Away by Katy Perry on Grooveshark

kronolojik sırayla:

E.C: Küstahtın, eziktin, kim olduğunun ve nereden geldiğinin farkında olmaksızın nereye gitmek istediğine odaklıydın. Yazık oldu sana ayırdığım 1,5 aya.

E.B: İçin temizdi, ama ben o sırada açık zihinle düşünmekten o kadar yoksundum ki seni göremedim, seni bilemedim. Özür dilerim.

G: Yanlış insanlardık, yanlış zamandık, yanlış yerdik. Hiç başlamamalıydı belki, belki iki iyi arkadaş olabilirdik. Sağlık olsun. İyi kal, her nerdeysen.

S.A: E.B'ye karşı ben nasılsam sen de bana karşı öyleydin sanırım. Diyetimi ödedim.

G.B: Ağır bi yüktü bana aylar boyu taşıttığın. Yoo ilişki zamanından değil, sonrasından bahsediyorum. Atlatmak çok şeye mal oldu. Masumiyetimi kaybetmeme sebep oldun. İkircikli düşüncelere saldın beni. Eğer bugün azılı bi paranoyaksam, bunun yegane sebebi sensin.

S.P: Bile bile lades demiştik beraber. İyisiyle kötüsüyle belli bi süreyi birlikte geçirdik. Bazen çok mutluydum yanında olmaktan, bazen de dünyanın en mutsuz insanıydım. Neyse ki olumsuzlar hanesini çok dolduramadan, biz biz olmaktan çıkamadan bittik. Seni görmeyi istiyorum.

M.G: Adının geçmesi dahi sinirlerimin hoplamasına yetiyor. Hayatım boyunca senin kadar adi, senin kadar şerefsiz bi insan da tanımadım, sen bi yandan şereften bahsederken. Sokakta görsem yüzüne tükürmeden geçmem.

K.Y: Garip bi başlangıçtı, kötü bitti. Görüşeceğimizi tahmin etmiyodum ama seninle bi alıp veremediğim yok aslında. Yanlış zamanlardık, ve sanırım yanlış insanlardık. Can sağlığı...

E.D: Çok umutluydum aslında başlarda. Zaman içinde bu umut yok oldu gitti. Sebebi ben değilim, bundan adım gibi eminim. Demişsin ya "Kimse kimseyi batmakta olan bir gemiyi terkettiği için suçlayamaz." diye, gemideki onarılamaz delikleri açan ben değilim. Ben daha çok 5,5 ay boyunca açılanları onarmaya çalıştım, ama bunda da tek başımaymışım. İki kişinin yükünü sürekli omuzlarımda taşıyamam ben, özellikle bu kadar tazeyken, bu kadar yaşanmamışken. Arkadaşız evet, ama bu sana olanı biteni olduğu gibi anlatabileceğim anlamına gelmiyo. Bana da anlatmaman taraftarıyım, henüz sen beni unutamamışken, beni çevremdekilerden kıskanırken.

Evet, bugünü özgürce yaşamak adına geçmişle bağlar koparılmalı. Ama bazı gerçekleri gözardı etmek aptallıktır bana göre. Keşke bu dokuz kişinin tamamı da karşımda olsa ve bunları yüzlerine söyleyebilsem, keşke tamamını aynı anda görebilsem.

Hayatıma girecek onuncu adam, sonuncu ol ne olur. Başlangıçlar, bitişler, çok yorucu geliyor tüm bunlar bana artık. Sabrımı sınayabilirsin zaman zaman, ama nolur biz olgusu olgunlaştıktan sonra olsun bu, sevgin kalbime perçinlendikten sonra dene beni, çok gerekliyse. Oyunlar içinde deli tavuğa çevirme beni. Beni sev, beni düşün, sevgini belli et, sürprizlerle şaşırt, ilginle şımart. Ama popom çok havalandığında yere indirmeyi de bil. Sana sevgimden ve ilgimden başka bi şey sunmak istemiyorum ben de, temelimiz kalplerimiz olsun çünkü.

Yakın zamanda da çıkma karşıma, önce benim de içim soğusun bi, zira çok tazeyim daha, daha yeni gitti bi önceki. Hemen çıkma ki kıymetini bilmekte geçmişten bağımsız davranıp hünerimi gösterebileyim. Hayatımdaki belli başlı taşları yerine oturtmama izin ver ilkin. Sonra gel ve üstlerine otur ki kavanozumda sen de olduktan sonra çakıl taşlarını, kumu ve suyu birlikte ekleyelim. Doğru zamanda gel, nolur!

Çarşamba, Kasım 30, 2011

muviğ pılejır

arkadaşımı bu akşam izlemek için film tavsiyesi istemek üzere aramıştım işte imkansız insan telefona çıktığında. sonrasında msglaştık durduk, söyledikleri filmlerin hiçbirini izlememiştim, arkadaşımın da, sevgilisinin de, imkansız insanın da, ama hepsini izlediğim yalanını attım, bi başka arkadaşımın önerisi olan bi filmi izliceemi söyledim. arkadaşımın sevgilisinin söylediği filmi indirip izledim, şimdi imkansız insanın söylediği filmlerden ilkini izliyorum, the skeleton key, ve altıma sıçmak üzereyim! bilerek mi bunları seçip söylemiş napmış deli herif :)

Salı, Kasım 29, 2011

hysteria! hysteria! - S.B.T.E.İ.T.E. 1.2.3.G.D.E.E.D.S.E!

ah dostlar, kimlere gideyim? ne diyeyim? evde oturup örgümü mü öreyim? ağdamı mı yapayım? nedir bu dert? nedir bu çilekeş kadının hali?

dünden beri yaladıklarımı tükürüyorum, tükürdüklerimi yalıyorum, arada ağzıma alıp somuruyorum sonra tekrar tükürüyorum falan napayım bilemedim ben de. ama "aslında biğr konu vağr".

hande yener'e o kadar bok çaldıktan sonra dün oturup tüm albümlerini tek tek indirdim. bugün tagleri ve dosya adlarını düzelttim. şu an düzenli bi hande yener diskografim var ve mutluyum ve işin garibi sanki zamanında 20.000lik hande yener skrobunu silen ben değilmişim gibi tekrar skropluyorum last.fm'e.

üff o da benden hoşlandı mı ki acaba? yoksa kendi kendime hüsnü kuruntu mu yapıyorum?

what if...

...arkadaşımı aradığımda "imkansız" açarsa?
...ben tutuk tutuk kalır da konuşamazsam ve telefona arkadaşımı istersem?
...telefonu kapattıktan sonra "öff ama yaa" dersem o şaşkınlıkla?

esra erolle, profiterolle, trolle avlanmak yasaktır

efendim, bendeniz günlük ayracı, halihazırda 26 yaşında terazi burcuna mensup bir gayciğim. evet, gay piyasasına bir girip bir çıkmamdan ötürü ilgisini çektiğim kesim genelde kaşarlar oldu, haliyle onlarca tanındım genelde. kenarda köşede kendi halinde takılan insanlarla az muhatap oldum ki bu durumdan muzdaribim aslında. çünkü kaşarlarla aramızda geçen olumsuz olaylar repüteyşınımı bence zedeledi, türce dedikoduyu sevmemizden mütevellit.

efendim, iyi bi üniversitenin iyi bi bölümünden mezunum, akademik yaşantım süresince sayısız kongre ve sempozyuma katılırken bi yandan da sosyalliği elden bırakmadım ve global bi öğrenci organizasyonuna iki yılımı verdim gönüllü olarak. bu da tabi okulumu uzatmama yol açtı ki bunun pişmanlığını hiçbi zaman duymadım, duymam da. bu süre zarfında edindiklerim, gidenlerin yanında dağ gibi.

çeşitli yurt dışı deneyimlerim oldu ve bunları kendi belirlediğim en iyi senaryolarla yönetip yaşadım.

efendim, tahmin edebileceğiniz üzere tipik bi anadolu ailesinden geliyorum, ancak hayatını ailesinin kurallarına göre oynayan bi gay değilim. yerleşik ve düzenli yaşantıya geçtiğimde ailemin hayatımdaki etkisini minimumda tutacağıma buradan bütün gelecek sevgililerime hitaben söz veriyorum.

bunun yanında, müziği, sinemayı, şarabı, kahveyi, yemekleri ve tatlıları çok severim. salatalarla da aram iyidir ancak dediğim gibi tipik bi anadolu ailesi olduğumuzdan portakallı kerevizi senede bi kaç kez yiyoruz ailecek, çoğunlukla geleneksel yemeklerle beslenirken.

hayata bakış açım "yaşa, pişman olma, pişman olacağın şeyi yapma, kendini, insanları ve hayvanları sev, kimseye zarar verme, ama canını yakanın ve saygısızlık yapanın da haddini bildir, gerektiğinde fiziksel şiddeti de uygula, ama fiziksel şiddete maruz kalmak bir yana insanların yüzünde hoşnutsuzluk ifadesi uyandıracak ters bi davranışta bulunma, yaşamdan zevk almaya bak, arkadaşlarınla bağlarını kuvvetli tut, sev, sevil, mutlu ol"dur.

kendimden bu kadar bahsettikten sonra biraz da aradığım insandan söz edeyim.

mümkünse benden kısa olmasın, en fazla benim kadar kıllı ve yağlı olsun ama kemikleri sayılan çiroz bi tip de olmasın, yüzüne bakanın bi daha bakası gelsin ama mutluluğumuzu görüp utansın ve bakamasın, arkadaşlarımla iyi geçinsin, gülmekten çekinmesin, şarabı sevsin, alıngan olmasın, gerektiğinde trip atmayı da bilsin, kavga etmeyi de, çatır çatır laf söylemeyi de, ama bunları yapmadan önce oturup iki kere daha düşünsün, fevri olmasın bana karşı, bana kıyamasın, kendimi kollarına bıraktığımda beni taşıyabilsin, kendini kollarıma bırakabilsin "acaba?" şüphesi olmaksızın, ihtiyaç duyduğunda elini tutup kaldırmama izin versin gururuna yenik düşmeksizin ve ben düştüğümde de elini uzatsın daha ben istemeden, kültürü sevsin, müziği sevsin, konuşmayı ve gülmeyi tekrar tekrar sevsin, sessizleşmesin, eskaza ben sustuğumda beni papağana çevirecek konuyu bilsin, oturup kalkmayı bilsin, kariyerine önem versin ve geçmişte bunun için adımlar atabilmiş olsun, zamanında kaybetmiş ve bi şeylerin değerlerini daha iyi anlamış olsun (hem kariyer hem de aşk anlamında), hayalleri olsun, uzun vadeli planları olsun, kısa günü yaşamayı bilsin, başını kaşıyacak vakti olmayan bi işkolik olmasın, hayatı dengeli yaşasın, evet demeyi sevdiği gibi hayır demeyi de bilsin, ebeveynleri, arkadaşları, işi ve sevdiceği arasındaki dengeyi sağlam kursun.

şimdilik bunlar. var mı böyle biri senin bildiğin, tanıdığın, ey okur? naalır tanıştır beni onla hadi be naalıııır? :)

Pazartesi, Kasım 28, 2011

will.i.am? who.i.am?

"bu yaştan sonra senin neyine deyt eylemek a benim şapşalım?" diye sordum kendi kendime, bi kaç gün önce deyt eylediğim oğlanın evinden çıktıktan sonra. zaten annesi rahatsız yatıyo evde, bense o uslanmak bilmez yaramaz beynimde neler neler yazmış oynamıştım bu date olayına dair. sen bir yıl boyunca yazış et, sonra o 1 yılın sonunda yüzyüze gelmeye karar ver, o da ev ortamında gerçekleşsin. haliyle bi soğukluk, bi mesafe, bi "istemiyorum yaaa böyle değildi ama netteki görüntüüü" tripleri, ikimizde de. üstüne bi de uykusuzluğum eklendi tabi muhallebi gibi yığılıp kaldım olduğum yere. günün sonunda anca hafiften bi ten teması, o da gayet iki arkadaşın da arasında olabilecek türden.

koşa koşa bornova'ya geçtim bunun üstüne, bi arkadaşım ve sevgilisiyle buluşup laflamak için. aman yareppim bi ilgi bi ihtimam, moralim yerine geldi böyle. çok geçmeden diğer date'imden mesaj geldi "ben geldim, sen nerdesin?" diye. koşa koşa onun yanına gittim bu sefer. hemen otobüse atlayıp eve kaçtık. soba gürül gürül yanıyo böyle, kemiklerime kadar ısındım o soğukta. yemek yedik, bi şeyler dinledik, izledik, içtik derken gece yarısı oldu. bu insanoğluyla da 1 yılı aşkın zamandır yazışmakta olduğumuzdan ve kendisi sanal ortamdaki görüntüsünün aksine çok daha iyi olduğundan mıdır bilmem, yoksa sanal ortamdakine kıyasla daha çenebaz olduğundan mı, pek güzel kaynaştık kaynaşmasına, da, bi anda fazla fazla kaynaşıverdik sanki :) yani evet, ben de dünden razıydım, ama o kadar kısa sürmeyeydi bee :)

ertesi öğlen 11:30da tek başıma uyandım. hemen toparlanıp evden çıktım. o saatlerde buluşmak için sözleştiğimiz bi arkadaşımı aradım "nerdesin? ne zaman geliyosun?" diye sormak için. neyse, arkadaşım yerine onun daha bi gün önce tanıştığım sevgilisi ve onun ev arkadaşıyla buluştum bi hata kaza sonucu. sonra arkadaşım da geldi. geldi gelmesine de, şu malum ev arkadaşı daha bi dikkatimi çekti. çünkü önceden arkadaşımın fotoğraflarında "ayyyy, ciciiiii, güzeeeel" diye okşuyodum seviyodum böyle kendisini :) pişmiş aşa su katılmaz diyerek devam etmeye gayret gösterdim çünkü kendisi arkadaşımın bi arkadaşıyla deyt eylemekteymiş. neyse efendim, alsancağa geçilir, orda başka arkadaşlar dahil olur, iş konuşulur, içilir, sigara içilir soğukta titrerken, yemek yenir, içilir, yakın tarihte ayrılınan eski sevgilinin doğum gününe gidilir, orda kimseye bi şey çaktırmamak adına aptala yatılır, tanınan herkesle son derece içli dışlı muhabbetler edilir, ama akılda hala bir tek isim vardır, imkansız olan. imkansız insan "bak çalan şarkı sanki sana söyleniyor" der, sertab erener'den "tek başına" çalarken. "yok artık öyle bi şey yapmaz, öyle salak değildir" dedim geçiştirdim. ama gayet de gözlerini bana dike dike söylemiş şarkıyı. onun için üzgünüm, onun adına, eski sevgilim yani. yapabileceğim bi şey yok, çünkü birlikteliğimiz ikimize de yaramadı, bunu denedin ve gördük. sonra, benim hala zihnimden kazıyıp atamadığım şeyler var, birlikteliğimiz süresince ortaya çıkan, ki onları yok edemicem ben, yok sayamıcam, görmezden gelemicem, katlanamıcam. ayrılığımızın en büyük sebeplerinden biri buydu zaten.

herrr neyse, gece bizim için erken biter, koşa koşa eve kaçılır. şaraplar, rakılar, kahlualar uçuşmaktadır ortamda. youtube da bize eşlik etmektedir. bi ara imkansız insan ortamdan birine celallenip ortamı terk eder. kılımı bırak, komple hareket etmek istemekteyimdir ama hangi sıfatla? daha o gün tanışmışım zaten. "niyetimi ve duygularımı alenen belli etmek gibi bi aptallık olur bu" deyip daha bi güzel yerleştim oturduğum yere. neden sonra alkol tükenince uyuyacağım odaya geçtim ben de, imkansız'ın da uyuyacağı aynı odaya. laf lafı açtı derken bilmiyorum 2, bilmiyorum 3 saat sohbet ettik hep eskilerden. şimdiki zamandan kimse bahsetmedi, bahsetmek istemedi. ondan yana sebep neydi bilmiyorum ama benden yana ne olduğu gayet açık. bi bardak kahveyi paylaştık bu esnada ki onunla içtiğimden mi bilmiyorum, oldukça lezzetliydi o kahve. o tadı eve döndükten sonra bulamadım misal ben.

sonra uyumaya çalıştım, hiçbi atraksiyona girişmeden. ertesi gün onun kıpırtılarıyla uyandım, duştan çıkıp gelmiş üstünde havluyla. "hah dananın kuyruğu kopsa keşke ama yok yok kopmasın, bok olmasın hiçbi şey" dedim, battaniyeye gömdüm kafamı, olası posibıl bi ekspojırı görmemek adına, zira bu bana zarar verecekti ilerleyen zaman içinde. tuttum kendimi, tuttum, tuttum, tuttum. daha çok pipiyi tuttum ama sanki. çünkü uyandığımda gayet boktan bi ruh halindeydim. zaten öğlen olmuş.

bi baktım pantolonunu çekmiş, ama üstünde bi şey yok, üst vücudun malum bölgeleri çıkmış, ortaya, meydana, göz önüne. gözlerimi kaçırmaya çalıştım durdum ama her fırsatta izlemekten de çekinmedim. hatta bi ara oda içindeki hareketini engellemek için yakaladım da, sımsıkı tuttum, karnını çepeçevre sardı kollarım. sıcacıktı! yanlış bi temasa meyil vermemek için kendimi geri çektim hep çünkü en ufak bi yanlış temas bile ateşleyecekti beni.

neden sonra çıktık dışarı, kahvaltı ettik. beynimize glikoz ve oksijen gitmeye başlayınca daha usturuplu, daha hin, ve bi o kadar daha tehlikeli sataşmalara giriştik, nedendir bilinmez. iki gün boyunca oturup kalkıp birbirimize takıldık durduk zaten. yani evet, çoğunlukla ben ona takıldım ama o da az değil. benle flirt etmediği ortadaydı, tıpkı benim onla flirt ettiğimin ayan beyan açık olması gibi. her ne kadar arkadaşım "korkma, seni farketmemişlerdir" dese de bence imkansız insan gayet farkındaydı, zira arkadaşım gibi saf değil o, şeytanın teki!

kahve falına baktım imkansızın, her nasılsa ben bile girmişim falına, ama tabi açık açık söylemedim. "senin ona zarar vermenden korkup kaçıyo biri" dedim. muhtemelen flört ettiği kişiyi düşünmüştür ben böyle söyleyince, ama benim gözümde benden başkası olamazdı o.

sonra o kalktı gitti evine, arkadaşımın sevgilisinin falından sonra biz de kalktık, evime dönmek üzere trene bindim ve huzurla beraber huzursuzluk yayıldı içime. "akşam yazıcam bunları lan, kezbancım da yorum yazacak bak gör" dedim kendi kendime, ki bu cümleyi kurarkenki niyetim bu postu biraz daha eğlenceli yazabilmekti ama zaten yeterince uzun olduğundan kelime oyunlarıyla daha da uzatmayayım dedim.

yazdım, geçtim.

geçemedim

Cuma, Kasım 25, 2011

hrrr! ısırcam!

evet, sindiremedim kafamda ne hayaller kurup oynattığım adamın böylesi dar görüşlü olmasını ve oturup bu adam uğruna yazılar yazıyorum geçkin evde kalmış oya aydoğan edasıyla!

oysa ne güzeldi, gay pembesi pancurlarımız vardı, sen bana bakıyodun, ben sana bakıyodum, böyle tatlı tatlı bakışıyoduk loş bi ortamda burunlarımızın arasında 10 cm mesafe varken, hayalimde tabi. sonra kafama balyozu, popoma da 58 cm realistik damarlı ten hassasiyetinde zenci pipisi kılıklı dildoyu lank diye indiriverdin, pis godoş!

Perşembe, Kasım 24, 2011

bizimkisiğ bir aşk hikayesiğ


seni bırakmıştım aslında ayraç, ama böyle bi şeyler dürtükledi durdu beni, yazmalısın ayol dedim kendime.

dün bi hesap yaptım ve istatistikî bilgiler çıkardım. 2006 kasımından bu yana geçen 60 ayda toplamda 27 ay ilişkide kalmışım, 9 koca eskitmişim, en kısası 1 hafta, en uzunu 8,5 ay sürmüş, ilişki başına düşen ortalama süre 3 ay, örneklemin modu da medianı da 1,5 ay, belirlediğim bi kaç kritere göre beni en mutlu edeni 1,5 ay sürüp başta 2008 yılına olmak üzere hayatımın orta göbeğine damgasını vuran insan. anlayabileceğimiz üzere ilişkiler arasında pek zaman kaybetmemişim.

ilişkilerimin grafiğini bile çıkardım:



birbiri üstüne çakışan kimse yok aslında, gün farkıyla biten başlayan ilişkiler :)

anyway anacım, erkekleri seviyorum galiba ben. hayatımda hep birileri olsun mu istiyorum nedir, nasıl bi azgınım bilemedim ben ayol. vücudum östrojen mi salgılıyo yoksa testosteron mu onu da bilmiyorum, hem umrumda da değil.

bi şey yazcaktım ama unuttum.

şu ara kimse sardırsam, ne yapsam bilemedim ben. iş arıyomuşum gibi yapıyorum sözde ama aklımda hayalimde çok daha farklı şeyler var. hani laf başı geldi mi "benim paran senin paran" diyosun babişko tamam da o zaman niye yüksek lisansımı ingiltere'de yapmamı savurganlık olarak gördüğünü ifade ediyosun davranışlarınla? ya da sen kendi işimi kurmamı da istiyoken neden ben fikirlerle sana geldiğimde hemen en kötü senaryoları seriyosun önüme? hani biraz araştırma yapıp ondan sonra artısını eksisini değerlendirmek gerekmez mi? peşin hükümlü olmandan nefret ediyorum baba!

tekrardan anyway, dün biriyle tanıştım. öyle bi anlattı ki kendini, hani iki saniye kıçını kaşıyacak zamanı yok. yüzyüze tanışmayı çok istiyorum onla. iyi bi ilham kaynağı gibi algıladım ben kendisini, bunla da yetinmeyip beyaz atlı prensim olabileceği hayaline kapıldım gittim bi anda. yatağa girerken bile aklımda o vardı sabah. uyandığımda yine o vardı aklımda. gün boyu aptal gibi msne girmesini bekledim durdum. hani bunca yıllık mozarellayım, hala ilk günkü "kezbanlığım" saklı bi yerlerimde. bi sıçsam rahatlıcam, kurtulcam o lanet karıdan.

bu akşam tekrar msnde sohbet ediyoduk, akşam dediğim de gece 1 falan işte. kameralar açıldı, yakın geçmişten fotoğraflar paylaşıldı, sesli görüntülü konuşuluyor falan, bi kırıtma ehem öhöm bi kibarlık aman allahım!!! hayır şal senin neyine o şişko bedenle? fatih ürek gibisin!

çok daha ağır hakaretleri hak ediyosun zira eşcinsel hayata dair bakış açından midem bulandı. yok efendim bi erkekle hayat sürdüremezmiş, çünkü toplum ve aile baskısı yüzünden günü geldiğinde ya açılmak zorunda kalırmış ya da o kişiyi hayatından def etmek zorunda kalırmış, yok efendim öyle bi ilişki bunun kariyerini etkilermiş... keza bi dişi de olsa aynı şey geçerliymiş onun için ama nedense bu dişi kısmı sonradan geliyo. hani konu ilk başta uzun süreli eşcinsel birlikteliğin onun kariyerine kötü etki edeceğiydi, sonradan heteroseksüealite de eklendi. sen süne süne kopmayacak kadar yağlı bi kaşarsan ben napabilirim sevgili inekaşar? hem ineksin hem kaşarsın. ne de olsa kaşar ineğin ürününden yapılıyo, di mi? :)

fena sinirlendim bugün. ben onun ne denli sütten çıkma ak kaşık olduğunu düşünürken o salak salak konuştuğunda "döverim seni çocuk" dedim ve bunun üstüne "ap iken p olurum artık ehuehuheu" diye gerzekçe bi yanıt aldım. "senle çıkmam, çakarım çaktırırım geçerim" diyo kaşar orospu bi yandan ruh okşayıcı laflar ederken.

çok değil daha şubat ayında bana böyle ayak çekmeye kalkan biri ağzının payını aldı oturdu, zırıl zırıl da ağladı "ay neden ya neden istemiosun beni hayatında böğğğ" diye. altimıt sonun bu olacak genç adam, demedi deme! zira karşında pabucunu ters giydikten sonra "tutti frutti kalbimiee" diye şarkı çığıran şeytanın tüyünü alıp, denizaşırı kıtalar üzerinden isviçreye kaçırarak bu tüyü bankalara yatırmış bi kaşar var!

son olarak: bokunda boğul, bokunda boncuk bulduğumu sandığım ama sonrasında onun fıstık olduğunu farkettiğim!

piğes: genç gaylik gururumu okşayacağın yerde onunla oynadın, bedelini ödüceksin!

Çarşamba, Ocak 26, 2011

pekiii

ya aşık olduysam?

...dedi biri

"biraz daha zaman geçince kötü şeyler de silinecek aklından. "Niye ayrıldık ki, başarabilirdik!" diyeceksin. Koyacak sana ayrılmış olmak.

Sonra çok özleyeceksin.

Sonra sevişeceksin deliler gibi, aslında unutmak için ama kendini kandırarak "Hayır ya, ben istiyorum bunu çok, umurumda değil o." diye.

Sonra boşluk gelecek.

İşte o boşluk geldiğinde iyileşmeye başlıyorsun dostum. Hiçbir zaman tam olarak geçmiyor, sadece daha az acıtıyor, sonra daha az, sonra daha az.

Ta ki gerçekten sevebileceğin, -miş gibi yapmayacağın birini bulana dek.

O zaman da, kalbinde ince bir sızı.

Sabır."

dedi biri.