Pazar, Eylül 20, 2015

naber pampa yea? vol1

Aradan sene geçti biliyorum, ancak beni hala okuyan kimse var mı onu bilmiyorum.

Bu sürede neler oldu neler. Rewind and replay postunda bahsettiğim "O" ile modern bozuşma yaşadık. Ancak ipleri koparmadık.

Uzun süre görüşmeyip geçen yıl Kasım ayında geçmiş yılların hatrına birlikte zaman geçirmek adına Tünel'de bunun çok sevdiği bir restorana gittik. Araba kullandığı için şişenin çoğunu bana içirdi. Her ne kadar "Ayık kalacaksın Günlük! Sarhoş olmak şöyle dursun, çakırkeyif dahi olursan senin çükünü koparırım oğlum! Bilincini kaybetmeyeceksin "O"nun karşısında." desem de olmadı. Neyse bu evine doğru yol almaya başladı mekandan çıkıp ayaküstü yarım saat havadan sudan konuşmamızdan sonra. O geceye dair bildiğim bir şey varsa o da birbirimizin gözlerinde umudu arıyor oluşumuzdu. "Bizden cacık olur mu?" sorusunu soruyorduk konuşmadan, içimizde fırtınalar kopararak. Kimsenin diğerine yakınlaşmaya cesareti yok, ikimiz de birbirimizden bekliyorduk. Hiç kimse hamlede bulunmadı. Yanak yanağa öpüşür gibi yapıp ayrıldık.

Komşumun oralarda olduğunu öğrendim. Mesafe fazla ya, hesapta gecenin sonunda buluşup tek araba evlere dönmek var. Saldım kendimi Tektekçi'nin alkol kokan ellerine, bıraktım.

Ben: Şey pardon, bana en büyük boy Hayvan getirir misin?
Garson: (Gözleri yerinden fırlayarak) Emin misin? Bak içinde dünya kadar alkol var, pahalı da. Daha ağırdan kafa yapacak daha ekonomik şeyler getirebilirim istersen.
B: Yok yok, Hayvan olsun. Balyoz etkisi yaratır, iyi gelir bana. Sürünmeye ihtiyacım var bu gece.
G: (Gülerek) Te allaam, tamam tamam.

İçmeye başladım, bir yandan manyak gibi kendi kendime dans ediyorum sokağın ortasında. Mekana gelen istisnasız herkes en az bir arkadaşıyla birlikte. Ancak ben, tek başıma. Weirdoluğum buradan net anlaşılabilir. Zaten, böyle yerlere benden başka kaç kişi yalnız gidiyor ve eğleniyordur ki?

Daha şişeden çeyrek içmeden meyveler bitti, düşün ki o kadar acı, o kadar yakıp kavuruyor içimi.

Şişenin yarısına geldiğimde bitiktim, net. Duvarlara tutunarak tuvaleti bulabildim. İşedim, çıktım. Neyse ki komşum da arkadaşlarıyla o arada oldukları mekandan çıkmış, olduğum yere doğru geliyormuş. "İyi bari Günlük, fırla sen de" dedim, ama ne fırlamak! Yerdeki taşları öpüjeeam neredeyse! Ayakta duramıyorum. Yürürken yalpalıyorum. Arada bi kaptırıp bi tarafa doğru üç beş adım atıyorum. Sonra kafamı güçbela kaldırıp diğer tarafa atıyor ve biraz da o tarafa doğru üç beş adım yalpalıyorum. Zig zag çize çize Galatasaray Lisesi'nin önüne geldim. Kapıya sırtımı verip beklemeye koyuldum "Tamam Günlükçüm, kasma daha fazla." diyerek.

Hiç tanımadığım biri atladı önüme "Ahaaa dostum sen beni hatırlayacak mısın acaba ya?" derken sol kolunu omzuma atıp. Herhalde satıcı falan da beni sarhoş gördü de kakalayıp para kazanmak için ayak çekiyor diye düşündüm, öyle ya, olduğum yer İstanbul a.k.a. kurtlar sofrası.

Neyse o arada kafamı çevirdim, Ümit! "Vaaaay sen nerelerdesin yaşıyo musun yea ehe öehöehh olum çok zaman oldu yeaaa vay amınaki olum çok özlemişim yaaaa" tınılarında özlem giderdik. Sonra arkadaşlarının yanına gönderdim onu. Neyse ki komşum da hemen geldi. Komşumun adı Berk.

Arabayla yola çıktık. Önce arabadaki tek kızı evine bırakıcaz, sonra Berk ve Berk'in benden hallice sarhoş kankası ile birlikte evlerin yolunu tutucaz. Kilometrelerce yolu sorunsuz, sohbet ede ede, bi yandan dans ettiğimi sanarak gittim de, eve varmamıza bir kaç km kala neden kustum? Özellikle kusarsam diye istediğim poşeti tutturamayıp neden Berk'in trençkotuna kustum? Neden Berk'in kankasının şemsiyesinin üzerine doğru kustum? Tüm bu sorular sır perdesinin ardında hala :D

Neyse, Berk evime sağsalim getirip yatırdı beni yatağımda, ben sürekli "Oğlum çok mahçup oldum sana ya, nasıl telafi ederim bunu bilmiyorum." diye sayıklarken.

O mu? Ona geleceğiz elbet. Tabii ki geleceğiz! :-)