Çarşamba, Kasım 30, 2011

muviğ pılejır

arkadaşımı bu akşam izlemek için film tavsiyesi istemek üzere aramıştım işte imkansız insan telefona çıktığında. sonrasında msglaştık durduk, söyledikleri filmlerin hiçbirini izlememiştim, arkadaşımın da, sevgilisinin de, imkansız insanın da, ama hepsini izlediğim yalanını attım, bi başka arkadaşımın önerisi olan bi filmi izliceemi söyledim. arkadaşımın sevgilisinin söylediği filmi indirip izledim, şimdi imkansız insanın söylediği filmlerden ilkini izliyorum, the skeleton key, ve altıma sıçmak üzereyim! bilerek mi bunları seçip söylemiş napmış deli herif :)

Salı, Kasım 29, 2011

hysteria! hysteria! - S.B.T.E.İ.T.E. 1.2.3.G.D.E.E.D.S.E!

ah dostlar, kimlere gideyim? ne diyeyim? evde oturup örgümü mü öreyim? ağdamı mı yapayım? nedir bu dert? nedir bu çilekeş kadının hali?

dünden beri yaladıklarımı tükürüyorum, tükürdüklerimi yalıyorum, arada ağzıma alıp somuruyorum sonra tekrar tükürüyorum falan napayım bilemedim ben de. ama "aslında biğr konu vağr".

hande yener'e o kadar bok çaldıktan sonra dün oturup tüm albümlerini tek tek indirdim. bugün tagleri ve dosya adlarını düzelttim. şu an düzenli bi hande yener diskografim var ve mutluyum ve işin garibi sanki zamanında 20.000lik hande yener skrobunu silen ben değilmişim gibi tekrar skropluyorum last.fm'e.

üff o da benden hoşlandı mı ki acaba? yoksa kendi kendime hüsnü kuruntu mu yapıyorum?

what if...

...arkadaşımı aradığımda "imkansız" açarsa?
...ben tutuk tutuk kalır da konuşamazsam ve telefona arkadaşımı istersem?
...telefonu kapattıktan sonra "öff ama yaa" dersem o şaşkınlıkla?

esra erolle, profiterolle, trolle avlanmak yasaktır

efendim, bendeniz günlük ayracı, halihazırda 26 yaşında terazi burcuna mensup bir gayciğim. evet, gay piyasasına bir girip bir çıkmamdan ötürü ilgisini çektiğim kesim genelde kaşarlar oldu, haliyle onlarca tanındım genelde. kenarda köşede kendi halinde takılan insanlarla az muhatap oldum ki bu durumdan muzdaribim aslında. çünkü kaşarlarla aramızda geçen olumsuz olaylar repüteyşınımı bence zedeledi, türce dedikoduyu sevmemizden mütevellit.

efendim, iyi bi üniversitenin iyi bi bölümünden mezunum, akademik yaşantım süresince sayısız kongre ve sempozyuma katılırken bi yandan da sosyalliği elden bırakmadım ve global bi öğrenci organizasyonuna iki yılımı verdim gönüllü olarak. bu da tabi okulumu uzatmama yol açtı ki bunun pişmanlığını hiçbi zaman duymadım, duymam da. bu süre zarfında edindiklerim, gidenlerin yanında dağ gibi.

çeşitli yurt dışı deneyimlerim oldu ve bunları kendi belirlediğim en iyi senaryolarla yönetip yaşadım.

efendim, tahmin edebileceğiniz üzere tipik bi anadolu ailesinden geliyorum, ancak hayatını ailesinin kurallarına göre oynayan bi gay değilim. yerleşik ve düzenli yaşantıya geçtiğimde ailemin hayatımdaki etkisini minimumda tutacağıma buradan bütün gelecek sevgililerime hitaben söz veriyorum.

bunun yanında, müziği, sinemayı, şarabı, kahveyi, yemekleri ve tatlıları çok severim. salatalarla da aram iyidir ancak dediğim gibi tipik bi anadolu ailesi olduğumuzdan portakallı kerevizi senede bi kaç kez yiyoruz ailecek, çoğunlukla geleneksel yemeklerle beslenirken.

hayata bakış açım "yaşa, pişman olma, pişman olacağın şeyi yapma, kendini, insanları ve hayvanları sev, kimseye zarar verme, ama canını yakanın ve saygısızlık yapanın da haddini bildir, gerektiğinde fiziksel şiddeti de uygula, ama fiziksel şiddete maruz kalmak bir yana insanların yüzünde hoşnutsuzluk ifadesi uyandıracak ters bi davranışta bulunma, yaşamdan zevk almaya bak, arkadaşlarınla bağlarını kuvvetli tut, sev, sevil, mutlu ol"dur.

kendimden bu kadar bahsettikten sonra biraz da aradığım insandan söz edeyim.

mümkünse benden kısa olmasın, en fazla benim kadar kıllı ve yağlı olsun ama kemikleri sayılan çiroz bi tip de olmasın, yüzüne bakanın bi daha bakası gelsin ama mutluluğumuzu görüp utansın ve bakamasın, arkadaşlarımla iyi geçinsin, gülmekten çekinmesin, şarabı sevsin, alıngan olmasın, gerektiğinde trip atmayı da bilsin, kavga etmeyi de, çatır çatır laf söylemeyi de, ama bunları yapmadan önce oturup iki kere daha düşünsün, fevri olmasın bana karşı, bana kıyamasın, kendimi kollarına bıraktığımda beni taşıyabilsin, kendini kollarıma bırakabilsin "acaba?" şüphesi olmaksızın, ihtiyaç duyduğunda elini tutup kaldırmama izin versin gururuna yenik düşmeksizin ve ben düştüğümde de elini uzatsın daha ben istemeden, kültürü sevsin, müziği sevsin, konuşmayı ve gülmeyi tekrar tekrar sevsin, sessizleşmesin, eskaza ben sustuğumda beni papağana çevirecek konuyu bilsin, oturup kalkmayı bilsin, kariyerine önem versin ve geçmişte bunun için adımlar atabilmiş olsun, zamanında kaybetmiş ve bi şeylerin değerlerini daha iyi anlamış olsun (hem kariyer hem de aşk anlamında), hayalleri olsun, uzun vadeli planları olsun, kısa günü yaşamayı bilsin, başını kaşıyacak vakti olmayan bi işkolik olmasın, hayatı dengeli yaşasın, evet demeyi sevdiği gibi hayır demeyi de bilsin, ebeveynleri, arkadaşları, işi ve sevdiceği arasındaki dengeyi sağlam kursun.

şimdilik bunlar. var mı böyle biri senin bildiğin, tanıdığın, ey okur? naalır tanıştır beni onla hadi be naalıııır? :)

Pazartesi, Kasım 28, 2011

will.i.am? who.i.am?

"bu yaştan sonra senin neyine deyt eylemek a benim şapşalım?" diye sordum kendi kendime, bi kaç gün önce deyt eylediğim oğlanın evinden çıktıktan sonra. zaten annesi rahatsız yatıyo evde, bense o uslanmak bilmez yaramaz beynimde neler neler yazmış oynamıştım bu date olayına dair. sen bir yıl boyunca yazış et, sonra o 1 yılın sonunda yüzyüze gelmeye karar ver, o da ev ortamında gerçekleşsin. haliyle bi soğukluk, bi mesafe, bi "istemiyorum yaaa böyle değildi ama netteki görüntüüü" tripleri, ikimizde de. üstüne bi de uykusuzluğum eklendi tabi muhallebi gibi yığılıp kaldım olduğum yere. günün sonunda anca hafiften bi ten teması, o da gayet iki arkadaşın da arasında olabilecek türden.

koşa koşa bornova'ya geçtim bunun üstüne, bi arkadaşım ve sevgilisiyle buluşup laflamak için. aman yareppim bi ilgi bi ihtimam, moralim yerine geldi böyle. çok geçmeden diğer date'imden mesaj geldi "ben geldim, sen nerdesin?" diye. koşa koşa onun yanına gittim bu sefer. hemen otobüse atlayıp eve kaçtık. soba gürül gürül yanıyo böyle, kemiklerime kadar ısındım o soğukta. yemek yedik, bi şeyler dinledik, izledik, içtik derken gece yarısı oldu. bu insanoğluyla da 1 yılı aşkın zamandır yazışmakta olduğumuzdan ve kendisi sanal ortamdaki görüntüsünün aksine çok daha iyi olduğundan mıdır bilmem, yoksa sanal ortamdakine kıyasla daha çenebaz olduğundan mı, pek güzel kaynaştık kaynaşmasına, da, bi anda fazla fazla kaynaşıverdik sanki :) yani evet, ben de dünden razıydım, ama o kadar kısa sürmeyeydi bee :)

ertesi öğlen 11:30da tek başıma uyandım. hemen toparlanıp evden çıktım. o saatlerde buluşmak için sözleştiğimiz bi arkadaşımı aradım "nerdesin? ne zaman geliyosun?" diye sormak için. neyse, arkadaşım yerine onun daha bi gün önce tanıştığım sevgilisi ve onun ev arkadaşıyla buluştum bi hata kaza sonucu. sonra arkadaşım da geldi. geldi gelmesine de, şu malum ev arkadaşı daha bi dikkatimi çekti. çünkü önceden arkadaşımın fotoğraflarında "ayyyy, ciciiiii, güzeeeel" diye okşuyodum seviyodum böyle kendisini :) pişmiş aşa su katılmaz diyerek devam etmeye gayret gösterdim çünkü kendisi arkadaşımın bi arkadaşıyla deyt eylemekteymiş. neyse efendim, alsancağa geçilir, orda başka arkadaşlar dahil olur, iş konuşulur, içilir, sigara içilir soğukta titrerken, yemek yenir, içilir, yakın tarihte ayrılınan eski sevgilinin doğum gününe gidilir, orda kimseye bi şey çaktırmamak adına aptala yatılır, tanınan herkesle son derece içli dışlı muhabbetler edilir, ama akılda hala bir tek isim vardır, imkansız olan. imkansız insan "bak çalan şarkı sanki sana söyleniyor" der, sertab erener'den "tek başına" çalarken. "yok artık öyle bi şey yapmaz, öyle salak değildir" dedim geçiştirdim. ama gayet de gözlerini bana dike dike söylemiş şarkıyı. onun için üzgünüm, onun adına, eski sevgilim yani. yapabileceğim bi şey yok, çünkü birlikteliğimiz ikimize de yaramadı, bunu denedin ve gördük. sonra, benim hala zihnimden kazıyıp atamadığım şeyler var, birlikteliğimiz süresince ortaya çıkan, ki onları yok edemicem ben, yok sayamıcam, görmezden gelemicem, katlanamıcam. ayrılığımızın en büyük sebeplerinden biri buydu zaten.

herrr neyse, gece bizim için erken biter, koşa koşa eve kaçılır. şaraplar, rakılar, kahlualar uçuşmaktadır ortamda. youtube da bize eşlik etmektedir. bi ara imkansız insan ortamdan birine celallenip ortamı terk eder. kılımı bırak, komple hareket etmek istemekteyimdir ama hangi sıfatla? daha o gün tanışmışım zaten. "niyetimi ve duygularımı alenen belli etmek gibi bi aptallık olur bu" deyip daha bi güzel yerleştim oturduğum yere. neden sonra alkol tükenince uyuyacağım odaya geçtim ben de, imkansız'ın da uyuyacağı aynı odaya. laf lafı açtı derken bilmiyorum 2, bilmiyorum 3 saat sohbet ettik hep eskilerden. şimdiki zamandan kimse bahsetmedi, bahsetmek istemedi. ondan yana sebep neydi bilmiyorum ama benden yana ne olduğu gayet açık. bi bardak kahveyi paylaştık bu esnada ki onunla içtiğimden mi bilmiyorum, oldukça lezzetliydi o kahve. o tadı eve döndükten sonra bulamadım misal ben.

sonra uyumaya çalıştım, hiçbi atraksiyona girişmeden. ertesi gün onun kıpırtılarıyla uyandım, duştan çıkıp gelmiş üstünde havluyla. "hah dananın kuyruğu kopsa keşke ama yok yok kopmasın, bok olmasın hiçbi şey" dedim, battaniyeye gömdüm kafamı, olası posibıl bi ekspojırı görmemek adına, zira bu bana zarar verecekti ilerleyen zaman içinde. tuttum kendimi, tuttum, tuttum, tuttum. daha çok pipiyi tuttum ama sanki. çünkü uyandığımda gayet boktan bi ruh halindeydim. zaten öğlen olmuş.

bi baktım pantolonunu çekmiş, ama üstünde bi şey yok, üst vücudun malum bölgeleri çıkmış, ortaya, meydana, göz önüne. gözlerimi kaçırmaya çalıştım durdum ama her fırsatta izlemekten de çekinmedim. hatta bi ara oda içindeki hareketini engellemek için yakaladım da, sımsıkı tuttum, karnını çepeçevre sardı kollarım. sıcacıktı! yanlış bi temasa meyil vermemek için kendimi geri çektim hep çünkü en ufak bi yanlış temas bile ateşleyecekti beni.

neden sonra çıktık dışarı, kahvaltı ettik. beynimize glikoz ve oksijen gitmeye başlayınca daha usturuplu, daha hin, ve bi o kadar daha tehlikeli sataşmalara giriştik, nedendir bilinmez. iki gün boyunca oturup kalkıp birbirimize takıldık durduk zaten. yani evet, çoğunlukla ben ona takıldım ama o da az değil. benle flirt etmediği ortadaydı, tıpkı benim onla flirt ettiğimin ayan beyan açık olması gibi. her ne kadar arkadaşım "korkma, seni farketmemişlerdir" dese de bence imkansız insan gayet farkındaydı, zira arkadaşım gibi saf değil o, şeytanın teki!

kahve falına baktım imkansızın, her nasılsa ben bile girmişim falına, ama tabi açık açık söylemedim. "senin ona zarar vermenden korkup kaçıyo biri" dedim. muhtemelen flört ettiği kişiyi düşünmüştür ben böyle söyleyince, ama benim gözümde benden başkası olamazdı o.

sonra o kalktı gitti evine, arkadaşımın sevgilisinin falından sonra biz de kalktık, evime dönmek üzere trene bindim ve huzurla beraber huzursuzluk yayıldı içime. "akşam yazıcam bunları lan, kezbancım da yorum yazacak bak gör" dedim kendi kendime, ki bu cümleyi kurarkenki niyetim bu postu biraz daha eğlenceli yazabilmekti ama zaten yeterince uzun olduğundan kelime oyunlarıyla daha da uzatmayayım dedim.

yazdım, geçtim.

geçemedim

Cuma, Kasım 25, 2011

hrrr! ısırcam!

evet, sindiremedim kafamda ne hayaller kurup oynattığım adamın böylesi dar görüşlü olmasını ve oturup bu adam uğruna yazılar yazıyorum geçkin evde kalmış oya aydoğan edasıyla!

oysa ne güzeldi, gay pembesi pancurlarımız vardı, sen bana bakıyodun, ben sana bakıyodum, böyle tatlı tatlı bakışıyoduk loş bi ortamda burunlarımızın arasında 10 cm mesafe varken, hayalimde tabi. sonra kafama balyozu, popoma da 58 cm realistik damarlı ten hassasiyetinde zenci pipisi kılıklı dildoyu lank diye indiriverdin, pis godoş!

Perşembe, Kasım 24, 2011

bizimkisiğ bir aşk hikayesiğ


seni bırakmıştım aslında ayraç, ama böyle bi şeyler dürtükledi durdu beni, yazmalısın ayol dedim kendime.

dün bi hesap yaptım ve istatistikî bilgiler çıkardım. 2006 kasımından bu yana geçen 60 ayda toplamda 27 ay ilişkide kalmışım, 9 koca eskitmişim, en kısası 1 hafta, en uzunu 8,5 ay sürmüş, ilişki başına düşen ortalama süre 3 ay, örneklemin modu da medianı da 1,5 ay, belirlediğim bi kaç kritere göre beni en mutlu edeni 1,5 ay sürüp başta 2008 yılına olmak üzere hayatımın orta göbeğine damgasını vuran insan. anlayabileceğimiz üzere ilişkiler arasında pek zaman kaybetmemişim.

ilişkilerimin grafiğini bile çıkardım:



birbiri üstüne çakışan kimse yok aslında, gün farkıyla biten başlayan ilişkiler :)

anyway anacım, erkekleri seviyorum galiba ben. hayatımda hep birileri olsun mu istiyorum nedir, nasıl bi azgınım bilemedim ben ayol. vücudum östrojen mi salgılıyo yoksa testosteron mu onu da bilmiyorum, hem umrumda da değil.

bi şey yazcaktım ama unuttum.

şu ara kimse sardırsam, ne yapsam bilemedim ben. iş arıyomuşum gibi yapıyorum sözde ama aklımda hayalimde çok daha farklı şeyler var. hani laf başı geldi mi "benim paran senin paran" diyosun babişko tamam da o zaman niye yüksek lisansımı ingiltere'de yapmamı savurganlık olarak gördüğünü ifade ediyosun davranışlarınla? ya da sen kendi işimi kurmamı da istiyoken neden ben fikirlerle sana geldiğimde hemen en kötü senaryoları seriyosun önüme? hani biraz araştırma yapıp ondan sonra artısını eksisini değerlendirmek gerekmez mi? peşin hükümlü olmandan nefret ediyorum baba!

tekrardan anyway, dün biriyle tanıştım. öyle bi anlattı ki kendini, hani iki saniye kıçını kaşıyacak zamanı yok. yüzyüze tanışmayı çok istiyorum onla. iyi bi ilham kaynağı gibi algıladım ben kendisini, bunla da yetinmeyip beyaz atlı prensim olabileceği hayaline kapıldım gittim bi anda. yatağa girerken bile aklımda o vardı sabah. uyandığımda yine o vardı aklımda. gün boyu aptal gibi msne girmesini bekledim durdum. hani bunca yıllık mozarellayım, hala ilk günkü "kezbanlığım" saklı bi yerlerimde. bi sıçsam rahatlıcam, kurtulcam o lanet karıdan.

bu akşam tekrar msnde sohbet ediyoduk, akşam dediğim de gece 1 falan işte. kameralar açıldı, yakın geçmişten fotoğraflar paylaşıldı, sesli görüntülü konuşuluyor falan, bi kırıtma ehem öhöm bi kibarlık aman allahım!!! hayır şal senin neyine o şişko bedenle? fatih ürek gibisin!

çok daha ağır hakaretleri hak ediyosun zira eşcinsel hayata dair bakış açından midem bulandı. yok efendim bi erkekle hayat sürdüremezmiş, çünkü toplum ve aile baskısı yüzünden günü geldiğinde ya açılmak zorunda kalırmış ya da o kişiyi hayatından def etmek zorunda kalırmış, yok efendim öyle bi ilişki bunun kariyerini etkilermiş... keza bi dişi de olsa aynı şey geçerliymiş onun için ama nedense bu dişi kısmı sonradan geliyo. hani konu ilk başta uzun süreli eşcinsel birlikteliğin onun kariyerine kötü etki edeceğiydi, sonradan heteroseksüealite de eklendi. sen süne süne kopmayacak kadar yağlı bi kaşarsan ben napabilirim sevgili inekaşar? hem ineksin hem kaşarsın. ne de olsa kaşar ineğin ürününden yapılıyo, di mi? :)

fena sinirlendim bugün. ben onun ne denli sütten çıkma ak kaşık olduğunu düşünürken o salak salak konuştuğunda "döverim seni çocuk" dedim ve bunun üstüne "ap iken p olurum artık ehuehuheu" diye gerzekçe bi yanıt aldım. "senle çıkmam, çakarım çaktırırım geçerim" diyo kaşar orospu bi yandan ruh okşayıcı laflar ederken.

çok değil daha şubat ayında bana böyle ayak çekmeye kalkan biri ağzının payını aldı oturdu, zırıl zırıl da ağladı "ay neden ya neden istemiosun beni hayatında böğğğ" diye. altimıt sonun bu olacak genç adam, demedi deme! zira karşında pabucunu ters giydikten sonra "tutti frutti kalbimiee" diye şarkı çığıran şeytanın tüyünü alıp, denizaşırı kıtalar üzerinden isviçreye kaçırarak bu tüyü bankalara yatırmış bi kaşar var!

son olarak: bokunda boğul, bokunda boncuk bulduğumu sandığım ama sonrasında onun fıstık olduğunu farkettiğim!

piğes: genç gaylik gururumu okşayacağın yerde onunla oynadın, bedelini ödüceksin!