Bu sefer o kadar yılgınım ki, yazasım bile yok. Hani durup durup aklıma tonla şey geliyo yazacak, ama sonra osuruk gibi havaya karışıp gidiyo ne varsa, ne yoksa.
Evet, o dediğim piç oldum ben. Hissettirmeden altından girip üstünden çıkarak yoğun sempati uyandırabiliyorum bazılarında. Bunu kasıtlı yaptığım insanlar da var, yanında doğal davranmama rağmen tavırlarımı beğenen insanlar da. Ancak dediğim gibi, bunla beraber armudun sapı, üzümünse çöpü var.
30 yaşıma kadar ilişki falan istemiyorum ben arkadaş. Son 1,5 sene içinde olanlar yıpratmış beni. Yaralarım geçti çoktan, kabuklar falan da düştü. Sadece kızıl kızıl yara izleri var, derim tazeleniyor.
Ancak, benim hala zamana ihtiyacım var birine güvenebilmem için.
Karşıma çıkan herkese taktığım koca koca kulplar var. "Bunun şusu kötü, bunun busu kötü." diye. Hani eskiden hoşuma giden adamların olumlu yönlerine odaklanır kalırdım da sıkıntılarını görmezden gelirdim de sonra canım burnumdan çıkardı ya, hah işte o tersine döndü şimdi. Bu factlerin dengede duracağı zamanlar da gelir belki, o zaman karşıma çıkan birini fazla deşmeden, yaftalamadan, abartmadan sevebilirim belki. Veya belki de insan 7sinde neyse 70inde odur. Belki iki gün sonra karşıma biri çıkacak, aklımı başımdan alacak (hı hı tabi) ve ben bu tükürdüklerimi yalıycam. Var mı ki öyle bi dünya?
İdeal erkek...
Benden uzun olsun, ki başımı kaldırıp bakabileyim ona. Kamburum çıktı artık benden daha kısa erkekler yüzünden. (No offence at all.)
Sikspeki değil göbeği olsun, ki gece yanında uyurken bi elimle sımsıkı kavrayıp güvenle uyuyabileyim. Elime gelsin de tutabileyim ki gece beni bırakıp gitmeyeceğinden emin olabileyim.
Yüzü güzel olsun, ki her baktığımda içimin yağları erisin gitsin. Huzuru bulabileyim onun bi bakışında, bi gülüşünde.
Dışarı çıkınca gözü felfecir okumasın. Benim olsun. Sadece benim.
Sinirlediğimde beni alttan alabilsin. Güçsüz hissettiğimde şikayet etmeden taşıyabilsin. Güçsüz hissettiğinde kendini kollarıma güvenle bırakabilsin.
Hayattan zevk almayı bilsin. Öküz timsali bi mühendis veya ot gibi yaşayan bi doktor olmasın misal. Ama kariyeri olsun. Paralarımızı birleştirip Voltran yapabilelim canımız sıkıldığında.
Arkadaş çevremi, ailemle ilişkilerimi sorgulamasın. Sorgulanacak sosyal ilişkileri olmasın.
Yatakta kütük gibi yatmasın. Erken boşalmasın. Tatmin etmenin ve tatmin olmanın ne demek olduğunu bilsin.
Hayatı planlı ve programlı yaşayabilelim birlikte, kimseyi sıkmadan ve üzmeden. Ancak kafamıza estiğinde sırt çantalarımızı alıp bi yere kaçabilelim de. Çimlere oturup bira içmekten de keyif alabilelim, "Suit up!" yapıp Kuğu Gölü balesi'ni izlerken de.
İşten çıktıktan sonra geldiğim yerin sıcak yuvam olduğunu hissettirsin bana. Sevgilimin evi, bekar evi, garsoniyer olmasın o ev, yuva olsun.
İsteklerim saymakla bitmez, ki ara ara zaten yine yazıcam bunları ve hatta daha fazlasını. Böyle bi adama ulaşmam ne denli mümkün, ben de bilmiyorum. Ama önümde yalnız geçirmem gerektiğine inandığım 3 yıl 3 ayım var. Üç yıl üç ay! 39 ay! 169 hafta! 1186 gün! Şafak sayar gibi bunu sayamam elbette. Ama çok zor be hayallerimin erkeği. Her şeyden önce sen yıllar önce birinci gelen sperm olacaksın, dünyaya geleceksin, gay olduğunu anlayacak ve kabulleneceksin, sonra yollarımız kesişecek de, karşılıklı o elektriği alıp vericez de, flirt edicez de, birbirimizi şişirip şişirip oturucaz da, sonra olmadık bi anda patlayıp deliler gibi sevişicez de, ilişkiye başlıycaz da, gece gündüz öpüşücez de. De de de...
Sahi, sen ihtimal veriyo musun buna?